Modern zamanları yaşıyoruz şimdilerde ilişkiler insanların iç dünyalarını/kalplerini ele veriyor. İnsanların dini, kişisel, ailevi, toplumsal vaka ile ilişkilerinde “doğru yerden bakılabilirse” nasıl bir dünya görüşü/İnancı olduğu fark edilebilir. Bütün bu ilişkilerin kişinin hayatını ve ahretini etkilemesi ise kaçınılmazdır. Bu yüzden ilişki kurulan “şey” “iş,para,aile,evren,sistem,toplum, ahiret, Allah,eşya” önemli olduğu gibi,bu şeylerle kurduğumuz ilişki biçimi de önem arz ediyor. O zaman şöyle bir soru sormak mümkün; insanın/Müslüman’ın her “şeyle” ilişkilerinde belirleyici olan hazları mı- çıkarları mı? Varsa, ilkeleri mi? Tercih ettiğimiz ilişki biçimi zaman içinde istikametimizi bulandırıyorsa o vakit bir sıkıntı var demektir. İnsanın her “şey”le kurduğu ilişkide neyin gözetildiği fikri öne çıkarken amaç-araç ikileminde kişinin maksadı/niyeti belirleyici oluyor. Bu yüzden seviyeli, tutarlı, dengeli ve ilkeli ilişki biçimi mecburiyet şeklinde karşımıza çıkıyor. Modern zamanları yaşıyoruz derken kişinin “şey”lerle olan ilişkileri öncelikle kutsallardan/değerlerden azade/bağımsız olmak anlamına gelmemeliyken ne yazık ki sınırı olamayan, kural tanımayan insan, özgürlüğünü doludizgin yaşıyor/yaşamak istiyor. Arta kalan ise ne beyaza yakın nede siyaha iki arada bir derede gri/flu bir hayat…
Allahın sınır/ Hududullah dediği yerde durabilmektir aslolan… Allah, insanı bu tercihi yapabilecek donanımda yaratmıştır. Sınırları olmayan insandan ise korkmak gerek bu yüzden hayatın her anında “şey”lerle kurduğumuz ilişkileri Allah’a onaylatmak Farzdır/şarttır. O bizim sahibimiz ve bizler ise O’na karşı sorumluyuz. Kendimizi dürüstçe muhasebeye çekerek sormalıyız; “şuan yaşam biçimimiz bizi Allah’a yaklaştırıyor mu” “yoksa her geçen gün biraz daha hassasiyetlerimiz azalıyor mu” ?
İnsanlar ortak mücadele ortamlarından uzak, cemaat ruhundan kopuk, ilişkilerinde ise ruhsuz ve duyarsız. Bu hal dünyevileşen, bireyselleşen insanın son halidir. Yıllardır bir şeylerin özlemini çekerek bulunduğu konum ve şartların/konjöktörün müsait olamaması nedeniyle duyguları bastırılmış insan, özgürlükler bağlamanın da sunulan yeni döneme ne yazık ki hemen adapte oluverdi. İştah kabarıp tamah tavana vurunca her şey de mubah olamaya başladı. Şükürsüz, şımarık, şaşırmış insan aradığı mutluluğunu yakaladı ortaya çıkan ise haddini sınırını bilemeyen hevasını doğru kabul eden modern insan…
“Müslümanlar yıllardır hiç bir şeyin sahibi olamadı, artık her şeyin en iyisine sahip olmak zamanıdır” uydurmacası/kandırmacası garabet kişiliklere kapı araladı. Peki, Müslüman’ın başlangıçtaki hedefi neydi, şimdi ne? Söylevlerle pratikler arasındaki makasın her geçen gün arttığı görülmüyor mu? İçine düştüğümüz bu duruma bir günde gelmedik. Yıllar aşındıra aşındıra buralara getirdi. Bu süreçlerde “nereye sürükleniyoruz” sorusu sık sık sorulmalıydı ve halada sorulabilir. Her ”şey” le olan ilişkilerde açığa çıkan kişiliği biraz daha somut hale getirdiğimizde güncel karşılığı; opotounist/çıkarcı, menfaatçi, sınırları olamayan, nabza göre şerbet veren, maslahatı gözetendir. Bu kişiliğin sol jargonda karşılığı ise; kapitalist düzenin kendilerine sunduğu imkânlar çerçevesinde mücadele eden fırsatçı ve kimi zaman işbirlikçiliği ifade eder. İslam’a göre ise bu tanımın net karşılığı münafık’tır. Hep denir ki münafıklar Mekke’de değil, İslam devletinin oluştuğu dönem Medine’de ortaya çıkmıştır. Aslında Münafıklık, karakter bozukluğuna delalettir ve her dönemde zuhur etmesi mümkündür. Münafık, dünyayı ahiretine tercih etmenin adıdır bu yüzden münafık korkaktır bedel ödemeyi, zahmet çekmeyi sevmez her dönemin adamıdır, durumdan vazife çıkarır. Allahtan çok insanlardan korkar o yüzden dengeleri gözetir ve her daim güçlünün yanındadır.
Münafık ta “üç” dürüstlük bulunmaz.
Öncelikle çevresine karşı dürüst değildir. Gizlide ameli başkadır, kalabalıkta başka…
İkincisi, kendisine karşı dürüst/barışık değildir hep huzursuzdur çoğu zaman insanlardan kaçar yalnız/sevdikleriyle/hazlarıyla kalmayı yeğler bireysel takılır etrafında/dünyada olup bitene karşı umursamazdır.
Son olarak, Allaha karşı dürüst değildir olması gerekeni en çok konuşan ama en az yapandır. Allah’ı gereği gibi sevemediğinden ahiret inancı da dumura uğramıştır. Dilinde Allah en çok olanken kalbinde Allah olmayandır.
Münafık kendini kandırandır, dünyasını heder eden, ahiretini yakandır. Sevdiklerini kendine benzetendir. Eşi ve çocukları varsa kendi batağına onları da sürükleyendir.
Kendine acıması olmadığı için en sevdiklerine de acımaz sevdiklerini Allah için değil dünya için sever bu yüzden insanlarla kurduğu ilişkilerde haz/çıkar en öndedir. Korkuları, kaygıları var”mış” gibi görünür ama bütün bunlar dünyaya dairdir. Kendi ahiretini düşünmediği için sevdiklerinin ahiretini de düşünmez. Sevdiklerine dair kaygıları yalnızca bu hayat içindir.Her şeyin en iyisine kendisi ve sevdikleri için sahip olma arzusu önceliklidir ama bütün bunlar da yine dünyaya dair isteklerdir.Allah için düşünmek, konuşmak, iş yapmak,dert edinmek O’nu sıkar, bunaltır.Stresten/salih amelden uzak ve huzurlu bir yaşam!! tek gayesidir.
Evet! Bu bir tercihtir. İnsanın “her şeyle” kurduğu ilişkilerde sınır/Hududullah tanımaması kendini yeterli/müstağni görmesine kapı aralar ve geldiği noktada burasıdır.
Hayat sarp yokuşların, ırmakların olduğu imtihanlı bir yoldur.
Allah’ın yarattığı “her şeyle” kurduğumuz ilişki bizi biz yapan/şahitlik göstergelerimizdir. İnsan neyi gerçekten istiyorsa o istikamette yürür önemli olan başarmak değil yalpalamadan, kıvırmadan, nazlanmadan, usanmadan istikamet üzere olmaktır.
Her şeyin en doğrusunu bilen yalnızca Allah’tır.