İslami bir dünya görüşü ile toplumları ve toplumsal hadiseleri analiz etmek kuşkusuz her kulun üzerine düşen sorumluluk olsa gerek. Müslümanlar gerek toplumsal analizlerinde gerekse olayları ve kişileri değerlendirme de isabet sağlayabilmelidirler. Kuşkusuz bunun için belli bir birikim gerekmektedir. Bu birikim İslam’da salt bilgiyle elde edilebilecek bir bir birikim değildir. Ama bilgisiz bir iman da yine İslam’da kabul görmeyen bir şeydir. İslam’ın kavramları irdelendiğinde hepsinde zorunlu olarak şuurluluk hali mevcuttur. Yani kabul görmüş, hayata girmiş hiçbir kavram üstün körü kabul edilmiş değildir. Allah’ın varlığından tutun da ahiret gününe kadar varolan her şey apaçık bir şekilde Kur’an’da ıspatlanmış ve kullara sunulmuştur. Dolayısıyla iman etmeden önce bilgi gelir. Bilgisiz, bilinçten yoksun bir iman kulu her türlü rüzgara karşı savunmasız ve güçsüz bırakır. Onun için öncelikle bilerek iman etmeyi ve iman edilen şeyleri hayata geçirmeyi şiar edinmek bu elde edilmeye çalışılan birikimin şartlarındandır.
Müslümanın bilgi kaynağı öncelikle Kur’an olmalıdır ve bunda hem fikir olunmalıdır. Bu bilgi kaynağına bir çok yaklaşım vardır. Bilimsel yaklaşım, edebi yaklaşım, hermonetik yaklaşım, mistik yaklaşım vs. bunların hiçbiri Kur’an’ı doğru tanımlamada yeterli değildir ve eksiklerle doludur. Kur’an’ı rivayet kültürlerinden uzak, mezhepsel kaygılar bir yana bırakılarak, her türlü mistik duygulardan uzaklaşarak yalnızca kavramsal düzeyde yine kendi içinde çözümlemeye gitmek bize daha doğru doneler verir. Çünkü Kur’an’ın kullandığı kavramın Kur’an gelmeden ve Kur’an geldikten sonra nasıl kullanıldığını bilmek, ana anlamlarıyla birlikte tali anlamlarını bilmek ve vahiy bütünlüğü içinde tarafgirlikten uzak kavramı olması gereken şekliyle çözümlemek bu bilgi sorunumuzu çözer kanaatindeyim. Zaten Kur’an’ın kavramları genel anlamda apaçıktır. Benim bahsettiğim çözümleme kısmi bazı kavramlar için geçerli olabilir. Ama ille de uygulanacaksa bu çözümleme her bir kavram için ayrı ayrı kullanılabilir. Kullanıldığında görülecektir ki doğru sonuçlar elde ediliyor.
Müslüman bilginin kaynağı sorununu ve bu kaynaktan nasıl besleneceği sorununu çözdükten sonra sahip olduğu bilgiyi hayata aktarma konusunda bir gayret içinde olmalıdır. Bunu ne bir devlet kurma adına ne bir cemaat kurma adına ne de bir mezhep oluşturma adına yapmamalıdır. Çünkü zaman içerisinde amaçlar ve araçlar birbirine karışmaktadır. Bu cümle devlet olunmamalıdır, cemaat oluşturulmamalıdır anlamında değerlendirilmemelidir. Nebiler, kendilerine gelen vahiyleri insanlara tebliğ ederek onların yanlış ve kusurlu hareketlerini kendilerine göstererek onları tek olan ilaha, tevhidi bir birliğe davet etmişlerdir. Davete icabet edenlerle birlikte ortak bir yaşamı paylaşmışlar ve doğal bir şekilde cemaatten devlete doğru bir yol katetmişlerdir. Ama bu tamamen doğal bir şekilde gelişmiştir. Çünkü bu insanlar birbirlerinin derdiyle dertlenmiş, ortak kaygılar gütmüşler, birbirlerini sevmişler ve sorunlarına birlikte konuşarak çözüm aramışlardır. Birinin başına gelen bir sıkıntı hepsinin başına gelmiş gibi karşılık görmüş ve birlikte olmaktan duydukları hazzı başka bir yerde bulamamışlardır. İşte böyle bir topluluk olmak aynı şekilde birbirimizi sevmek, derdimizle dertlenmek ve sorunlarımızı vahyin bilgisi ölçeğinde Rabbani bir metodla çözmekle mümkündür. Bizi ancak böylesi davranışlar bu doğal sürece zorlar. Biz doğal bir süreci yaşamak yerine doğal olmayan ruhsuz birlikteliklere yelken açıyoruz. Tabii bu durum post modern bir yaşamı beraberinde getiriyor. Kimseyi rahatsız etmeyecek kadar ve kimsenin keyfini kaçırmayacak kadar bir iş bölümüne razı oluyoruz. İmani bir duygunun verdiği sorumluluk yerine cemaatsel kurallar gereği işler yapılıyor. Zamanla bilgi geriliyor ve sürü mantığı ikame oluyor. Herkes bir idarecinin kendisine işler vermesini bekliyor. Sorgulama, araştırma ve tartışma bu şekilde yok ediliyor. Amaç artık bu haliyle de olsa yapıyı korumak ve sayıyı daha da artırmak oluyor.
Kendi içinde oluşturulmuş bu statüko kendini eleştiriye kapatıyor ve kendini haklı çıkartacak deliller peşine düşüyor. Artık Kur’an’ı okumak yerine Kur’an’ı kendi düşüncesine göre okutmaya başlıyor. Kuşkusuz bu durum giderek köhneleşmeyi ve sırati müstakiymden giderek uzaklaşmayı beraberinde getiriyor. Haliyle bereketsiz, hikmetsiz bir oluşumdan öteye gidemiyor. Vahyin bilgisiyle hareket etmek yerine duygusal temelli bir yapı kimliğine bürünüyor. Müslümanlar olarak üç yüz yıldır batıya mahkum bir şekilde yaşadığımız bunun bir kanıtı olsa gerek. Çünkü hayatımızı etkileyen, mücadele ettiğimiz ve kurtulmaya çalıştığımız ne kadar yaşam varsa hepsinin altında batının imzasını görmekteyiz.
Bilgiye değer vermeyip bilgiden, bilinçten arınmış bir iman ya bir heyecanla kabul edilmiş ya da statükonun baskısına karşı etkiye tepki misali kabul edilmiş olmaktadır. Bu iman, sokaklarda slogan atan ama sokaktan evine döndükten sonra rahatlayan ve büyük bir cihat yapmış eda ile deşarj olmuş gibi hisseden ve vahyin sorumluluğunu üzerine gerektiği gibi alamayan bir imandır. Sert rüzgarlara karşın dirençsiz ve ayakları üzerine duramayan bir imandır. Neye LA dediğini neye İLLALLAH dediğini bilemeyen bir imandır. Sorunun ana kaynağının kendisi olduğunu görmez bu kimse. Zanneder ki X yönetimi gidip yerine Y yönetimi gelirse sorunlar hallolacak. Bir olayı algılama ve çerçeveyi bir bütün olarak görme basiretinden yoksundur. Çünkü statükolardan önce insan sorununun, aile sorununun ve bunların besleneceği değerler sorununun çözülmesi gerekmektedir. Bunu görebilmek, ancak vahyin öğrettiği bilginin doğru kavranmasıyla mümkündür.
Doğru tespitler yapıp, doğru araçlarla bilgi ve insan sorununu çözebilmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde günü kurtaran ama geleceği inşa edemeyen ve yaşadığı dünyaya vahyin hikmetiyle söz söyleyemeyen kimseler olmaktan kendimizi kurtaramayız. Toplum analizlerimiz, kişi analizlerimiz ve toplumsal hadiseler konusundaki analizlerimiz ve çözümlemelerimiz hakkaniyetten uzak, güdük ve etkisiz kalacaktır. Eğer doğru sonuçlar istiyorsak tarafgir bir şekilde okumayı bir yana bırakarak Kur’an’ı tıpkı resulün okuduğu gibi okumak ve onun özümsediği gibi özümsemek ve yanlışlarımızı biri bize gösterdiğinde yahut biz farkettiğimizde erdemlice hakka yüzümüzü çevirmek zorundayız. Kendimizi inşa edebilmek ancak bu yolla mümkündür. Kendini inşa edemeyenler kuşkusuz toplumları da inşa edemezler.