Bir gece düşleyin; gecenin ilerlediği bir saat. Bir serin rüzgâr semada sayılmayacak kadar yıldızlar. Ve uzunluğunu bilemediğimiz uçsuz bucaksız evren. Ne kadar da huzur veriyor değil mi? Akşama kadar kafamızı gömdüğümüz o evrak karmaşasında, bir o iş bir, bu iş ile kendimize zulüm ederken: Bir gökyüzü ve uçsuz bucaksız sema tamir ediyor bir anda kendi eliyle bizi.
Yâda bir tepenin üstünde oturmuşsunuz ve büyük ressamın yaptığı tabloya bakıyorsunuz. Bir küçük tepe üzeri yemyeşil ağaçlarla örülü. Gürgen, çam, meşe hepsininde bir başka kokusu: Mest ediyor burunlarımızı. Ve bir de akarsu tepenin yamacından nazlı nazlı gelmekte. İçinde balıklar dans etmekte ve sessizliği parça parça bölen serçelerin makamı.
Ve uçsuz bucaksız doğaya verilen emir ile yavaş yavaş sularının çekilmesi. Mor, kırmızı, sarı renk cümbüşünün yerlere vuruluşu. Hüzünlü bir şarkı sanki sonbahar. Karanlık bulutlar keskin ve sert esen rüzgârlar. Kemanın telleri gibi acı acı bağıran rüzgâr. Bütün çıplaklığı ile ağlayan dallar. Boynunu bükmüş düşünceli kullar. Merhaba sonbahar.
Ve ressamın kıs kandığı kış. O yalın beyaz ile harikalar yaratan eşsiz manzaralar. Bir dağ evinde çıtır çıtır yanan meşe ağacı. Bir bardak sıcak çayı yudumlarken gözlerin duyduğu haz. O eşiz beyaz güzeli dağlar, saçına ak düşen anne gibi ağaçlar. Yalnızlığın, tefekkürün doruğa çıktığı kış geceleri: Soğuk ve uzun…
Ve seni beklemekte tohum: Sabrı ile içten içe kuruyan ve içinde bir zerre nem ile günler sayan garip. Gel artıkta bekletme hasretinde kuruyan, büzülüp buruşan bu yetimi, yeni hayata bir damla var. Ve bir damla ve bir daha çatladı dudakları toprağın. Ve vuslata kavuşma kokusu yükselir havaya, tozla birlikte karışık.
Yeni bir doğuma gebedir çimen, çiğdem, tomurcuğunu tutamamakta badem. Karanlık bir bulut bir damla su, bir damla daha; sanki semayı bir bıçak kesmiş, artık damla değil boşanan sel. Tozu toprağı önünde sürükleyen dere ve artık müjdecidir minik serçe. Toprakta yeniden can var diye…
İşte sana delil. Bir döngü yürür hiç aksamadan. Gece, sabahın peşinde, sabahta meftun olmuş gecenin peşinde ve bir birine kavuşmuş tam fecirde.
Yaz sonbahara yol açmakta sonbahar kışa zemin hazırlamakta. Ya kış o zaten bahara âşık olmuş. Ve yalnız onun için gelin olmakta…
İşte düzen, işte evren başını bir göğe dik ne görünmekte? Var mıdır bir eksik bir kusur? Hala nedir endişeli ruhum ne beklemektesin? Yoksa hala şüphemi etmektesin? Arştan öte bir arş var hissedememekte misin?
Ve dön bir bak: göğsün bir aşağı bir yukarı hareket etmekte. İçinde bir kıpırtı heyecandan titremekte. Dakikada seksen yüz atım, küt küt bu sesler ne söylemekte. Bir acelesi mi var yoksa neden çok hızlı hareket etmekte? İyi dinle yatır kendini EKG cihazına. Dinle içindeki ses bir şey söylemekte…
Şimdi sana soruyorum bencil nefsim neden kör oldun bu kadar? Bir lokma için kul oldun, köle oldun, ezik oldun. Şeytanın elinde bir pinpon oldun. Bir o köşe bir bu köşe savruldun. Aklı kuyuya koydun kral oldun. Şehir pazarlarında soytarı oldun. Sahra sahra seyyah oldun. Söyle şimdi nefsim bu kadar ayet var yazdığımız ve yazamadığımız milyonlarcası zikretmekte Rabbi.
Seni yetim bulup sahiplendireni, bir filiz gibi büyüteni ve terbiye edeni sen ne zaman göreceksin.
Ha Mim. (2) Kitabın indirilişi, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır. (3) Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır. (4) Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır. (5) Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır. (6) İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?
( MUHAKKAK ALLAH DOĞRUSUNU SÖYLEDİ)