Geri Dönmek İçin Neden Lazım!
Yalnızlığı hem severim hem de korkarım.
Ara sıra şehrin sokaklarında yürürüm tek başıma, serseri gibi balkonları seyrederim. Çocuk parklarında otururum, oyun heyecanında kaybolmuş çocukları, kendi çocuklarım gibi izlerim. Açık arazide isem hemen en yakın tepeye koşarım. En yüksek yerine çıkıp bağdaş kurarım, tepede güneş, kulağımda rüzgar, aklımda düşünceler yarışır durur. Yolculukta isem koltuğuma gömülür, hayallerin içinde kaybolurum. Severim böyle yalnızlıkları; zira en güzel şiirlerimi, en güzel öykülerimi yalnızken yazıyorum. Yalnızlık ilham veriyor, hayatta kalabilme güdümüzü tetikliyor, bizi kalabalık ama boş şeylerden uzaklaştırıyor. Daha sade ve daha öz oluyoruz yalnızken.
Ama yalnızlık bir yere kadar… İnsanlardan veya kalabalık düşüncelerden uzak kalmaktır yalnızlık... Bu bazen iyidir ama bir yere kadar. Eğer yalnızlık uzarsa sonunda kaybolur insan, geri dönemez; işte bundan korkarım her zaman. Zira geri dönmemi gerektirecek nedenlerim var; onları kaybetmekten korkarım.
Ya bu nedenler bir gün biterse… Geri dönmek için yetmezse… Korkuyu ortadan kaldırırsa…
Bunları düşünürken sahilde oturuyordum. Bir gölgelik bulmuş, kollarımı yanlara dayamış, gözlerimi ufka saplamış, düşüncelerimi elime almış işliyordum. Dalgalar sahile vurduğunda köpürüyor, sara nöbeti geçiren biri gibi çırpınıyordu. Ama ufukta görünen deniz çok huzurluydu. Gökyüzü ile el ele vermiş uyuyor gibiydi. Ancak dalgalar sahile yaklaştıkça, belki de insanlara yaklaştıkça köpürüyor, homurdanıyordu.
Derken doğu yakasından bir adam yaklaştı. Bir elinde sopa vardı; sopanın ucunu yere vurarak yürüyordu.Kısa sağlam adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatıp, yakınımda bir yerde durdu. Gözlerine siyah bir gözlük takmıştı. Görme engelli biri olduğu her halinden anlaşılıyordu. Üzerinde mavi bir gömlek, altında ise siyah kot pantolon vardı. Saçları uzamış, yana taranmıştı.
Kafasını radar gibi sağa sola çevirerek etrafı dinlemeye koyuldu. Sonunda kimseler olmadığına hükmetmişti sanırım.
(Ben ise adamı merakla izliyor, hiç ses çıkarmıyordum. Aklımda ki tüm soruları beklemeye almıştım. Düşünmüyor, izliyordum)
Görme engelli adam, elinde ki yardımcı değneğini yere bırakıverdi. Gözlüğünü de çıkarıp yere attı. Soyunmaya başladı; sırasıyla gömleğini ve pantolonunu çıkardı. Yüzünü, denize çevirdi. Yine dikkatli adımlarla denize doğru yürümeye başladı. Yanında kendisine yardım edecek biri olmadan yüzmeye gelen, görme engelli birini hiç görmemiştim. Arkasından gidip gitmemekte kararsız kaldım. Zira en başından beri kendimi fark ettirmemiştim, o anda ortaya çıkarsam kendimi kötü hissedecektim.
O ise kendini yalnız sanıyordu. Ben ise izlemeye devam ettim. Haince, sahtekarca, riyakarca, acımasızca...
Ayakları deniz suyuna ilk değdiği anda durakladı. Bir an tereddüt etti sanırım. Dönüşü olmayan bir yola çıkıyor gibiydi. Kısa sürdü duraksaması. İlerlemeye devam etti, deniz suyu yarı beline geldiğinde suya doğru yüzükoyun yaratarak kulaç atmaya başladı. Acemice yüzüyordu, hatta telaşla... Böylece biraz ilerleyip kulaç atmayı bıraktı. Belli ki yorulmuştu. Ben de daha net görebilmek üzere ayağa kalktım. Yüzü bana doğru bakıyordu. Bir an beni görüp görmediği konusunda şüphelendim. Ama sonra onun baktığının ben olmadığımı, belki tüm geçmiş hayatı olduğunu anladım.
Zaman ilerliyordu. Sahilden dalgaların sürüklemesi ile gitgide uzaklaşan görme engelli adam, yeniden yüzmeye başlamıştı. Bu defa güçlü, kararlı, sağlam kulaçlar atıyordu. Ancak sahile doğru değil, açık denize doğru yüzüyordu.
Arkada bıraktığı bir gözlük, bir değnek, bir de hayat vardı. Belli ki bunlar, geri dönmesi için yeterli bir neden değildi. Onun nedenleri tükenmişti anlaşılan. O artık korkmuyordu.
…
Kendi nedenlerimi hızla gözden geçirdim. Sonra da soyunmayı bile beklemeden koşarak denize atladım. Peşinden gidiyordum.
...
Dilek Buz