Selam Sana...
Bu topraklar, tarih boyunca en çok acıya ve hüzne vatan olmuştur. Elbette acı ve hüzün görecelidir. Yaralı bir kuşun acısı da acıdır, küffar kılıcının yaraladığı atımızın acısı da acıdır, düşman mavzerinin parçaladığı tarihi eserlerimizin acısı da acıdır, şehit Mehmet’in kınalanmış ellerinin bedeninden ayrı düşmesi de acıdır, açlığın naçar bıraktığı ananın evlatlarını avutup kendini asması da acıdır, bin yıldır İslam ile yoğrulan bu topraklarda camilerin ahır, Kur’an’ın yasak olması da acıdır. Hepsi acıdır, vicdanlı ruhlar için de hüzündür.
Bu hüzne bir yenisi daha eklendi dün. Kardeşim haber okuduğu haber sitesine bakarak dedi ki;
-Abi, Salih Mirzabeyoğlu kimdi acaba?
-Neden sordun?
-Ölmüşte…
-Ölmüş mü? Ölmüş mü?
-Kimdi?
-O, onurlu ve dik duruşun sembolüydü. Sabrın ve selametin... Mazlumun ve masumun... iftiraya uğramanın ve bedel ödemenin...
Çok az tanıdığım birine karşı ilk defa bu kadar suçluluk hissediyordum. Bir mahcubiyet, ağır bir suçluluk, acı bir hüzün sardı beni. Hiçbir kitabını okumamıştım aslında. Bir tanışıklığım da yoktu. Tek hatırlayabildiğim 28 şubatın alçak ve vicdansız günlerinde, her birimizin, kendi derdine düştüğü günlerden birinde, çocuğunu okula götüren bir babanın terör örgütü lideri olması suçlamasıyla tutuklanmasıydı. SALİH MİRZABEYOĞLU… Gazete manşetleri büyük bir eşkıyayı yakalamış gibi resmetmişlerdi olayı. Tüm Müslümanları aşağılayan, töhmet ve tehdit altında bırakan bu haberler eşliğinde sözkonusu şahıs birçok şeyle suçlanıyor ama bir tane bile delil gösterilmiyordu. Bir adet sapan taşı bile atmamış bir adam, sadece fikirleri ve kitapları ile suçlanıp idamla yargılandı. İdamın kaldırılması sebebiyle de müebbet hapisle cezalandırıldı.
Yargılama sürecinde bir haber daha gündemi doldurdu. Alçak bir gazeteci “traş olurken yüzünü kesmiş” diyecekti işkenceden perişan haldeki Salih Mirzabeyoğlu için. Alay edecekti aklınca, “biz Müslümanı döveriz, üstüne de tükürürüz, sizinle de alay ederiz” demekti bu. Üstüme tükürülmüş gibi hissetmiştim. Gençliğimden utanmıştım o an, bir mazluma sahip çıkamamış olmanın ezikliğini yaşamıştım. Ama o hiç eğilmemişti. Tamamı morarmış suratına, saçının sakalının kazınmış olmasına rağmen öyle dik, öyle vakarlı duruyordu ki; işte bunun için sevdim onu. Yüzünde masumiyet, duruşunda haklılık, halinde vakar gördüm. Tam Müslümanca bir duruş…
Birkaç sene evvel yeniden yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yaklaşık 16/17 yıl hapiste kalmıştı. Ömrünün dörtte birini. Ailesinden, çocuklarından, dostlarından, kitaplarından uzak bir şekilde. Yine onurlu bir şekilde hayatına kaldığı yerden devam etti. Ne Allaha isyan etti, ne ümmete sitem…
Ve işte, şimdi, yazdığım bu metin, hiçbir zaman yiğit duruşundan taviz vermeyen SALİH MİRZABEYOĞLU’na olan mahcubiyetimin bir ifadesidir. Bu insani bir duruşun gereğidir. Eğer sözkonusu şahıs bir Müslüman olmasa yine aynı şeyleri hisseder, aynı metni yazardım. Mazlumun, masumun, haklının yanında olmayan insanlık ve İslam olamaz.
Zalimlere ve uşaklarına lanet olsun.
Yiğit ve onurlu duruşuyla bir şahitlik ortaya koyan, şehit Mirzabeyoğlu’na selam olsun.