Bir yaprak misali süzülen yaşlar indi kirpiklerinden aşağıya. Ve avuçları ile yüzünü sıvazlarken, âmin dökülüverdi bir den dudaklarından. Yaşının ilerlemesine aldırmayan gergin alnındaki masumluk bir anda ortaya serildi. İki eli ile kavraladığı seccadeyi özenle katladı ve masanın üzerine bıraktı. Vakit bir hayli ilerlemişti. Kitaplığından aldığı bir kitabın sayfalarını karıştırdı. Durduğu sayfaya şöyle bir göz gezdirdi. Tam da o anda mırıldanarak okumaya başladı;
‘’dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar! Falları grafiklerde bakılanlar, sizde işitin! Külden martı doğuran odalıklar ve kâhyalar, kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler, celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan, ey hayat rengini sazendelik sanan yırtlaz kalabalık!
Dinleyin bendeki ikindiyi hepiniz kulak verin! ‘’
Ve kapattı gözlerini, kulak verdi ruhunun derinliklerindeki çığlıklara; Acemice yapılan hüzün tufanlarına, sorgusuz sualsiz geçirdiği çetrefil dolambaçlarda; bir o köşeden, bir diğerine koşturduğu ve gömüp gömüpte tinlerinde avuttuğu sessiz çığırtkanı. Evet, çok zaman geçmişti aradan kısacık bir gün, bir gün daha derken, haftalar ayları, aylar da yılları kovalamıştı. Dünyanın verdiği şevk ve muhabbet onu sıradağların bir ucundan alıp, görkemi ile ilahi kudreti hatırlatan yüksek tepelerin doruklarına çıkarmıştı. Zaman zamanda sığ ve gizemli sularda bulanık düşüncelere itti. Bazen de coşkun pınarların şırıltısı ile rüzgârlı platolarda raks ettirdi…
Bir iç çekti hepsi bir gün diye mırıldandı. Nasılda çabuk ilerledi zaman, oysaki Cevat ağabeyle de daha yeni tanışmıştım, diye devam etti kelimelere…
Cevat ağabey Ankara kızılayda küçük bir sahafçı idi. Özenle didik didik aradığı eski kitapları kullanmayan müşterilerden alır. Tamir edilmesi gerekenleri bir güzel elden geçirir ve yenilenmiş hallerini raflara koyup insanların hizmetine yeniden kazandırırdı.
Elindeki kitabı da ondan almıştı. Gerçi bu kitap çok eski değildi ama daha önce kullanmış olan kişi Cevat abiye satmıştı. Şiiri çok severdi ve şairlerin insanları derinden etkilediğini savunurdu. Cevat abi ile nerede ise her akşam bir şiir üzerine düşünür ve fikir yürütürlerdi.
Yine bir akşam şu şiir üzerinde derin derin düşünmüş ve enteresan fikirler ortaya koymuşlardı:
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum...