Kalabalık bir ihtiyar ekibi, “Yeryüzü parkında”, büyükçe bir salkım söğüt ağacının gölgesindeki banklara oturmuş sohbet ediyorlardı. Parkın içinde bulunan ve tarihi bir eser olan “Miskinler” isimli camide namaz kılmak için gelmiştim; öğlen ezanının okunmasına biraz daha zaman olduğunu düşünerek, ihtiyarların yakınına oturdum. Onların da ezanı beklediği her hallerinden belliydi.
Oturduğum yer gölge ile güneş vuran yerin tam sınırıydı. İhtiyarların hepsinin beyaz bakımlı sakalları, yuvarlak göbekleri, kostaklı saatleri, desenli bastonları vardı. Bu halleriyle masallardaki tonton dedelere benziyorlardı. Ben yanlarına geldiğimde hararetle birşeyleri tartışıyorlardı. Kendilerini tartışmaya öylesine kaptırmışlardı ki; selam verdiğimi bile duymadılar.
Biri diyordu ki;
-Efendiler!, memleket meselelerine kafa yormak elbette herkesin olduğu kadar benimde hakkım ve vazifemdir. Bence en büyük memleket meselesi ekonomidir. Zira toplumun idare ve ikamesi ekonomi ile olur. Ekonomi bozulursa herşey bozulur. Ne demiş Adıgüzel Peygamberimiz “bir kapıdan fakirlik girerse din öbür kapıdan çıkar, gider”
Peygamber adı geçtiğinde tüm ihtiyarlar, sağ ellerini kalplerinin üstüne sıkı sıkıya bastırarak salavat-ı şerifi okumaya başladılar. Okumaları biter bitmez bir diğeri söze girdi aceleyle;
-Doğru dersin Hacı Bekir efendi, lakin büyük mesele var, daha büyük mesele var. Memleketimiz için ekonomi de ciddi bir meseledir ama bu memleket ve millet ekonomiyle var olmadı, var olmayacak da; bizi var kılan şey milli bilinç oldu tarih boyunca. Bu da ancak eğitimle olur. Bizim memleket olarak en büyük meselemiz eğitimdir bence. Eskiden bu kadar eğitim aracı ve imkanı yoktu ama yine de bilinçli bir nesil vardı. Şuan her imkan var ama milli bilinç yok.
Sözü biter bitmez herkesin kafası destekler mahiyette aşağı yukarı sallanıyordu. Söz sahibi ihtiyarda cebinden çıkardığı tarakla sakallarını taramaya başladı. En doğru noktayı yakalamış olmanın gururunu yaşıyordu. Bu güzel bir duyguydu. O anda yeni biri söze girdi,
-Ey Allah’ın halis kulları, ekonomi bir mesele dersiniz, miili bilinç ve eğitim bir mesele dersiniz de, dini unutur musunuz? Dinini kaybetmiş bir ümmet zengin millet olsa ne olur, eğitimli olsa ne olur. Dünyaları rezil, ahretleri perişan olur. Camiler boş, yüzler sakalsız, pantolonlar dar; ortalık abdest bilmeyenlerle dolu.
Takvayı öğütlemiş olmanın hissiyatıyla başını daha dik tutan ihtiyar, endişeli görünüyordu. Bu endişe Rabbine ve milletine duyduğu mesuliyetin eseriydi.
Sohbet çok güzel ilerliyordu. Can kulağıyla dinliyordum. Her biri çok anlamlı konuşuyor, isabetli fikirleriyle kafamda derin izler açıyordu. Onları dinlemeye devam ederken parkın kenarında, elinde kazma kürek çalışan birini gördüm. Yaşlı biriydi. Yorgun ve beli de biraz büküktü. Ağarmış sakalı kısa kesilmişti.
Dikilen taze fidanlara bakılırsa epeydir çalışıyor olmalıydı. Önce toprağı derinlemesine kazıyor, sonra kazdığı yere bir fidan dikiyordu. Sonra fidanın dibini toprakla doldurup birazda su döküyordu. Son fidanı da dikkatlice dikti. Kürekle toprağı küreyerek fidanın gözünü doldurdu. Sonrada doğrulup eliyle belini tuttu. Beli ağrımış olmalıydı. Bu yaşta bu kadar gayret… Elbet yorar, elbet bel ağrıtırdı.
Kısa bir dinlenmeden sonra su ibriğine uzandı ki fidanı sulayacaktı. İbrikte su kalmamıştı. Gözüyle yaklaşık elli atmış metre uzaktaki çeşmeye baktı, yorgunluğunun etkisiyle cesaret edememiş olmalı ki olduğu yere çöküverdi. O esnada koşup yanına vardım. Öğle güneşi de yormuş olmalıydı; alnı boncuk boncuk ter içindeydi. Yaşı da göründüğünden daha fazlaydı, gölgede oturan ihtiyarlardan daha genç sayılmazdı. “Su getireyim” diyerek cevapta beklemeden ibriği kaptığım gibi çeşmeye koştum. Tez bir şekilde suyu doldurup getirdim. Sudan birkaç yudum kendi içti. Sonra fidanı suladı. Sonra bana bakıp;
-“güzel insan, az kaldınız” dedi.
Cevap vermedim. Onun yaptığı işin yanında bir su getirmenin sözü bile olmazdı. Merak ederek sordum;
-Belediye adına mı çalışıyorsun amca?
-Hayır evladım, belediye buralara bakmaz oldu.
-Öyleyse bu yaşında bunca zahmete neden girersin? Dedim.
-Memleket meselesi… dedi.
Bir ona baktım, bir kendime, bir de geri de oturan ihtiyarlara.
…