Ankara’da şimşekler çakıyor. Gökyüzü kapalı, henüz yağmur yok ama kokusu var. Perdemi açtım ve izlemeye başladım. Böyle havalardan hep korkarım. İnsanoğlu olarak hepimizin genlerimize işlemiş büyük ve azametli şeylerden korkmak. Yine de ona sahip olma gayret ve telaşındayız. Makam mevki mal mülk şan şöhret... Nereye kadar? Ölüm gelip çatana kadar.
Ancak böyle anlar ne kadar zayıf ve muhtaç olduğumuzu hatırlatıyor biz had bilmezlere. Gökgürültüsünü kulaklarımızda değil yüreğimizde duyuyoruz böyle anlarda. Havadaki titreşim sinemize işliyor. Nereye kadar? Güneşi görene kadar.
İnsan yine aynı, yine aynı. Hal bu ki yeterli olmalıydı bir hatırlatma. Tevazu ve ihsana gark etmeliydi insanı her bir uyarı. Bir şimşek, bir deprem, bir fırtına yada kuraklık... Ama biz bunu bir ömür yaşarızda ibret almayız. Sabaha çıkacağımızı kesin sayarız. Alemin bize ait olduğunu sanarız. Nereye kadar? Alemin sahibiyle tanışana kadar.
Yazım daha bitemden, Ankara’nın semalarında ardarda çakan şimşekler ve bulutlar kuzeye yönelip uzaklaştı. Geldiği hızla kaybolup gitti. Birçok kimse farketmedi bile. İzlemek için açtığım perdeler anlamsız kaldı. Ne çabuk oldu bitti. "Ne kadar" dedim sonra. Bir kelebeğin ya da benim ömrüm kadar. ...