-Bırak, kanasın, durmaz bu yara.
-Kim yaptı bunu sana? Hangi vicdansız?Hangi kendini bilmez? Benim dostumun canına kim kastedebilir?
-Önemi yok kimin yaptığının. Olan oldu bir kere. Kaldırma beni buradan, zaten toprağa gömüleceğiz. Bırak, toprak üstünde öleyim.
-Bırakmam seni bu yerde, hastaneye götüreceğim, iyileşeceksin.
-Uğraşma boşyere. Bak, tuttuğun yerin yarası daha çok açıldı, daha çok kan kaybediyorum şimdi, daha çabuk öleceğim.
-Bırakamam, seni ölüme terkedemem göz göre göre. Hastaneye gitmeliyiz.
-Ama buraya yakın hiç hastane yok. Bizi götürecek bir araç yada birini arayacak telefonumuzda yok. Bu boş arazide yapayalnızız.
-Biz burada ne yapıyoruz? Bizi buraya kim getirdi? Sen neden yaralandın? Hiçbirşeye anlam veremiyorum.
-Önceden de böyleydin, unuttun demek! Bana çok önemli birşey göstereceğini, büyük sırrını sadece benimle paylaşacağını söyleyerek bizi buraya getiren sendin.
-Aman Allahim, hiç hatırlamıyorum. Peki sırrım neymiş, söyledim mi?
-Evet, söyledin. Büyük sırrın; el yapımı bir tabanca imiş.
-Ben mi yapmışım? İnanılmaz, böyle bir yeteneğim olduğunu bilmiyordum. Peki ama sana ne oldu da yaralandın?
-Sen vurdun?
-Kazayla mı?
-Hayır, bilerek.
-Ama neden? Canımdan çok sevdiğim arkadasımı ben neden vurayım ki?
-İkinci sırrını saklamak için.
-İkinci sırrım neymiş?
-Beni vuran kişinin sen olduğunu gizlemek için.
-Ama bu çok sacma. Seni vurmasaydım buna gerek olmazdı ki!
-Dogru.
-Öyleyse neden vurdum?
-Boşver, üzülme, nice saçma gerekçeyle birçok dost, dostlarını kolayca harcıyor. Sen en azından üzülüyorsun. Onlar üzülmüyorlar bile.
-Canım arkadaşım. Affet beni.
-Afffff....
-Konuş, konuş, ne diyecektin? Konuş, hadi, lütfen
...