Allah islam ümmetine iman, akıl, ahlak, imkan ve sonunda da nice gerçek bayramlar nasip eder inşallah. İyi bayramlar.
|
|
Tebrik ederiz 10.11.2020 17:19:55
Tebrik ederiz
İmtek Mühendislik
Merhaba Web Siteniz hem içerik yönünden hemde tasarım yönünden çok güzel olmuş. Başarılar dileriz.
Tüm ziyaretci notları için
tıklayınız > |
|
|
|
|
Kuytu bir sahilken akşamlar,
Kitabım ellerimde seni andım yine.
Seherin ışıkları kıskıvrakken,
Sabahları düşünüp seni andım yine.
İlmek ilmek nakşederken hayatı,
Doğayı okudum seni andım yine.
Uzarken bakışlarım semanın engininde,
Fersah fersah seni andım yine.
Ne bir noksan nede fazla,
Gezindi bakışlar tüm evreninde,
Döküldü yaşlar gönül pencereme,
Bir damla yaşta seni andım yine.
|
|
KİTAP KALDI
Sayfalara sığdıramadığımız ölümdü.
Birer birer gitti sevdiklerimiz,
O yeşil tabuttan toprağa.
Hani benimsemiştik her birini,
Hep destek görüp yaslanmıştık omuzlarına,
Kimi zaman dost, kimi zaman akraba…
Şimdi dönüp sorguluyorum geçmişi,
Gerçek mi, sanal mı her biri?
Her bir hayalin gerçek sahibi,
Terk etmişti çoktan beni.
|
|
ŞAİRİN ÖLÜMÜ
Bakma bana öyle
Ben şiirden anlamam
Şiir yazmak büyük bir iştir ve şair işidir
Kocaman bir yürek ister, ötesi, yürekten de büyük dert
İşte o derttir şaire yazdıran
Yazdıkça döker içini
Yine de bulamaz huzuru şair
Aradığı huzur değildir zaten, huzur zayıflar içindir.
Onlar dertlerini anlamak ve büyütmek için yazarlar
Anlamak ve büyütmek derdi bir yerde toplar;
Şairin yüreğinde
O yürek ki derdin yegane zindanıdır.
Şair ister ki derdin cümlesini hapsetsin sinesine;
Böylece kimseye dert kalmasın
|
|
Sor bir kere ey insan!
Satır satır yazılanlara,
Dağlardan hışımla yuvarlananlara,
Sor bir kere toprağı alt üst edip karıştıranlara!
Hangi sevdaydı pınarlardan buz gibi aktı,
Hangi yürek çarpıntısıydı kafesine sığmadı,
Ve doldu taştı,
Ruhumun gamı söndü;
Ufukta uzunca bir ışık gördü…
|
|
YA ÇOKTAN GİTMİŞSE ZAMAN
Ya çoktan geçmişse zaman!
Kapısını aralayıp geçtiğim koridor,
Ve zeminden su taşmışsa yüreğe,
Düşünmek bile çok zor,
Çaresiz kalmış küçük ellerime.
Aramalı yüreğin ince tellerini ey zaman!
Bir köşesinde saklı kalmış sevgileri.
Unutulup yitik kalmış özlemleri,
Kendimizin, özümüzün, anlamlı hazineleri…
Ya çoktan geçmişse zaman!
Bir Taha uyanmışsa uykudan,
Ya gitmişse aralı kalmış kapıdan,
Sen yatağından kalkamadığın zaman…
|
|
BOYACI
Boyacıyım ben,
Boyarım ayakkabıları,
Kiri tozu kaybederim,
Göstermem ayıpları.
Boyacıyım ben,
Neşeli ve mutluyum,
Ekmeğimi kazanırım sanatımla,
Fakir ama işime hayranım ben.
Sabah erkenden düşerim yollara,
İşe gidenleri karşılarım,
İşsiz olup iş arayanları,
Acelesi olanları, aşıkları,
Mutlu ve mutsuzları,
Edepli ve edepsizleri,
Paralı ve parasızları,
Hepsini tebessümle karşılarım ben,
Hepsini boyamak isterim ben.
|
|
GERÇEK ŞAİR
Şair, sordu bana;
Şiir yazar mısın?
Hayır dedim, şair değilim
Süslü laflar bilmem.
Üzülme, dedi, bir şey kaybetmiş sayılmazsın,
Güldü, zaten kaybedecek bir şeyin kalmamış.
…
Utançla, öğret bana, dedim
Şiir yazmayı,
Çirkini güzel yapmayı,
Aşkları büyütmeyi,
Kaybetmişken kazanmayı,
Bir gönlü çalmayı,
Bir zaferi katlamayı,
Kalem tutmayı,
Öğret bana.
…
Şair kızdı, bre ahmak,
Şiirin ne olduğunu bilmiyorsun;
Şiir, evvela gönülde yazılır, kalbin ritmiyle ahenk bulur,
Dille söylenir, ellerimizde hayata akseder,
Susuz çiçekler bile nasibini alır şairin elinden,
Kırık kalpler düzeltilir şiirle,
Esir asker güç bulur şiirle,
Fakirin karnı doyar şiirle,
Aşklar terbiye edilir şiirle,
Şiir demek, hayat demektir, süslemek değil.
…
|
|
Kitabın sayfalarından dökülen yeminler,
Sanki fecrin muştusunu vermekteler,
Sende fecri bekle
Minik serçeler,
Serçeler şimdi fecirdeler,
Bir kuşan kuşan ki perdeler,
Perdeler fecri görmeliler
Ve sen âdem fecir gelmeden ölmelisin
Çünkü sen öldüğünde dirileceksin!
Öl âdem öl ve diril...
|
|
HABİL VE KABİL
Ve toprak kana bulandı.
Ne Habil Kabil idi,
Ne de Kabil.
Bir doymayan topraktı kana.
Bir de topraktı yeminli, kanla yaşamaya!
Ve Habil oldu kabil,
Toprakta cahil!
Cahilin cürmü Habilin sırtında taçtı!
Ve kanları yine toprağa saçtı…
|
|
VE SEN GİDERKEN
Dön de bir bak hayata,
Nasır tutmuş ellerinle sardığın goncaya,
Ve koyaklardan şırıl şırıl akan sulara,
Dön de bir bak gündüzü geceye sarmalayan ufuk’a!
Dön de bir bak sarmaş dolaş olmuş sarmaşığa,
Karanlıkların derininden doğan yıldıza,
Ve gecenin sessizinde pusu kurmuş avcıya,
Dön de bir bak yaşamın girdabında ki karmaşaya.
Dön de bir bak minik yavrusunu suvaran serçeye,
Damla damla toprağı çatlatan rahmete,
Ve neminden çatlayan tomurcuğa
Dön de bir bak her bir yanı cennet kokan doğaya.
|
|
Bana bir şeyler anlat,
Acılarım dinsin içimde.
Bana gerçekleri söyle,
Birçok yol var önümde.
Nasıldır bilmiyorum?
Karma karışık tüm dünya.
Nasıldır bir türlü anlamıyorum?
Neresindedir anlam!
Düşün düşün çıkamıyorum,
Bir umman var fikirde.
Her yanda sahte bir kargaşa,
Her yanda hendekler var!
Sessiz bir kuyu tüm kelimeler.
Anlamını yitirmiş kavramlar.
Bir kaosta akıllı insanlar!
Bir kaosta aldananlar!
Bilmiyorum çok karmaşık,
Felsefik yorumlar çapraşık,
Yıkılmış sanki ruhlar!
Ruhlar psikoloğa alışık!
|
|
Zulümle yıkandı bir kez daha topraklar.
Çığlıklar göklerden daha da uzaktalar.
Buharlı bir tren geçti yine kırlardan,
Gürültüsünden ürperen kuşlar, kanat çırpmaktalar!
Kus hadi yüreğinin yasını minik güvercinim,
Kusta büyüsün kayalıktaki küçük yavrular.
Savursunda kanadını diyar diyar,
Diyarları bekleyen yeni muştular var.
Kus yasını kalmasın duymayan,
Doysun zulüm! Doysun da sussun feveran!
Bir kuşan kuşansın yiğit yürekli Müslüman,
Müslüman’ım diyen kullar utansın!
|
|
Bir yolcuyu uğurlarken
Vakit bir adım geride kaldı.
Bir yaprak daha düştü, bilgelik çınarından.
Sessiz sedasız çekildi kara bulutlar,
Rahmet yağmurunun ardından.
Anlamadı belki hiç kimse,
Bilmedi hangi sevdalara daldığını,
Garipsedi mağrur duruşunu,
Acemi gibi görüldü,
Kapitalin sürdüğü telaşlı sürüde…
Oysa hak birdi,
Söz bir!
Sözün olduğu yerde,
Susardı diller amade,
Kulaklar işitir, kalp koşardı.
Ve ruh mest olurdu, yüreğin çarptığı yerde.
Ve katar katar düşlerimiz vardı,
Bir gün nev bahar gelecek diye.
Tohum filize, filiz fidana erecekti.
Ve sevdamız dimdik duracaktı.
Bir kelam, bir salat eşliğinde.
Ve cennet-i ala yere inecekti,
İnsan yeniden düşündüğünde…
|
|
Zambaklar solgun açardı bu topraklarda.
Bir derin sessizlik.
Bir serin rüzgâr oynatırdı çimenlerin boylarını.
Ne bir ah nede çığlık duyulurdu.
Bir nemli göz uğurlardı sevgiliyi
Ve derinden kaynayan yürek çarpıntısı olurdu dinlenen.
Hep orada idi,
Yaşlı Fatma teyze, bebeğini doğuran anne,
Namusu, imanı için çarpışan kahraman.
Daha baharında mor sümbüller koklayan!
Ve kucağında agular bağıran Mihrican…
|
|
BEKLER
Düşmanlığın kimeydi ey aczi beşer,
Yüklendin her şeyi teker teker,
Bir yürüyüp, bir afakî bekler,
Bekler de durursun, kıyametin söyler.
Sürdü sürüsünü nazlı bir rehber,
Hep yürüdü, işitti kulak, şahitti yürekler,
Kaldır kıyama pas tuttu küskün bilekler,
Yürü! Geride seni kıyametin bekler.
|
|
Vahiy Yada Kur’ân
Bana bir şeyler söyle,
İlle de vahiy olsun, ille de Kur’ân.
Ne söyleyeyim diye bakma öyle,
Fâtiha olsun ille de, Yâsin, Âl-i İmrân.
Bana bir şeyler anlat,
İlle de hadis olsun, ille de sünnet.
Bağırabildiğin kadar bağır da, kulaklarımı çınlat,
İlle de Firdevs olsun yerim, ille de Cennet.
Bana bir bakış at,
İlle de ışık olsun, ille de nûr.
Atılacak olan her şeyi at,
İlle de şahsiyet kalsın, ille de onûr.
|
|
Hep aynı yüzler ve aynı sahte gülüşler.
Zavallılığın simgesi yalan sözler.
Ya o her yerde gördüğüm boş kimlikler,
Yitirmişti kendini insanca kişilikler.
Bir ahit vardı sözlerin üstünde olan,
Bir yemin vardı sokakları cennet yapan,
Ve bir vefa vardı onurlara onur katan,
Ama çok azdı vefalı olan.
Kır kalemini hâkim, yak kitapları,
Bu dava sende solsun, söndür kıvılcımları,
Kalk ayağa! Kararlar kırsın kürsüleri,
Kürsünün ucundaki insan utansın!
|
|
Seninle olmak,
Bir an ile şimdide.
Seninle olmak,
Başını yastığa koyabildiğin bir günde…
Seninle olmak,
Günleri eklemek birbirine,
Bir dizi oluşturan ömürde,
Seninle olmak,
Mezarın başında neslin beklediğinde…
Seninle olmak,
Madde de maddeyi incelediğimde,
Ve her bir şifrenin,
Tamamının sen olduğunu gördüğümde…
|
|
Haykırma isteklerimdir,
Sessizce sukutta duruşum.
Kapatsam da gözlerimi ah! Dursa bu zulüm.
Yeniden bahar gelse, salkım dökse sümbülüm.
Hayatı miske boğar mı sükûtta duruşum?
Kapanmıştı pencerem, soğuktu koltuğum,
Oturdum bir mısra oldu duruşum.
Duruşumu harekete yorar mı sükûtum?
Söyle ey yüce,
En yüce,
|
|
Şafağın kızıllığı düşmeden buluta;
Aç gözlerini yavaşça kalk ayağa.
Çiseler düşerken uykusunda toprağa;
Kalk ayağa kıyam dur Allah’a.
Bebeler kaçıncı uykuya dalmışken,
Eğil rükû et Allaha.
Güneş rengini sunmamışken doğaya,
Başını koy secde et Allaha!
|
|
Sen ey çocuk yüreğimi hedef al!
Anlayabileyim hüznünü her an!
|
|
Günah
Gönlüm eder her dâim bir ahh!,
Her yanım çirkef, her yanım günah,
Sarmış her yanı kin ve düşmanlık, bir de silah,
Bu kan ve gözyaşı içinde nasıl olur felah.
Bir-yan küfür içinde her sözleri inat,
Öbür-yan üretir hep bid’at üstüne bid’at,
Bırak da bu öfkeyi herkese bir gül at,
Bir zikir çek, hemen ardın da salât.
|
|
Bana içinizde sakladığınız pişmanlıklarınızı verin.
Yıkık dökük, paramparça yaşanmışlıklarınızı,
Ardında gözleriniz kalmasın,
Bakmasın o dev ekran sinemaya.
Bana ruhunuzda ısmarladıklarınızı verin.
Küçük, komik belki de, ama hırçınca.
Karanlık gecenin kör ışıklarında,
Bana tüm ikramınızı verin, fütursuzca.
Bana özlediklerinizi verin.
Bir annenin yitik evladını,
Yaşını almış yaşamın derin kırışıklıklarını,
Bana gençliğimi verin,
Yeni başlayan heyecanımı.
|
|
Nereye gidiyor şairler böyle?
Her gün, her an baka kalıyorum.
Her gün böyle geçiyor
Böylesi yoruyor beni
Gözlerim yaşlanıyor
|
|
Herkes içindeki firavunu yoklasın
Çarmıha gerilecek birazdan İsa
|
|
Şimdi kime sormalı anne çocukluğumu?
Hepsi birer birer gitti,
Umudum, neşem, kitabım, kalemim,
Bende bir ah kaldı,
Çünkü ben sensizim.
Şimdi kime sormalı anne!
Karatahtada yazılı kaldı sevgi,
Şefkati çoktan silmişlerdi.
Ve çevremde yoktu beni anlayan.
Şimdi kime sormalı anne!
Beni sendin anlayan.
Bir göğsünün sıcaklığı,
Bir de o şefkatli ellerdi, sımsıkı saran.
Şimdi kime sormalı anne!
Önceleri rahmet yağardı gökten!
Damla damla düşerdi çatlamış toprağa,
Yeni bekleyişler ve umut serperdi gönüllere.
|
|
Ey acı!
Düğüm düğüm boğazımda duran,
Yutkunduğum her bir zehri,
Her bir sitemi yüreğimde yaşlandıran,
Sendin öyle değil mi?
Beton bloklarda bebeklerimi ağlatan,
Acılı annelerin yüreklerini dağlayan,
Sendin öyle değil mi?
Özümde saklı yükselen haykırışlar,
Karanlık, loş suların dibinde,
Bir diyar verseler ellerime,
Bir diyar! En yeniden başlayışlar.
Küsmesin yetimlerim bana,
|
|
Bir cana en cânan Ana’dır,
Gönlü hep evlâdından yanadır,
Âşıktır evlâdına ona rânâ’dır,
Canım Ana’m, duâlarım sanadır.
Açılmış duâdadır hep ellerin,
Dolmuş da; ağlamak üzere gözlerin,
Başına bir tâc taksam, omzuna da pelerin,
Uçup gitse hüznün, karışsa sesine yellerin.
|
|
Senide bir gün vuracaklar ey zulüm!
Dinle! Zafer yazacak yiğitler, susacak ölüm.
Susacak ağlamaklı bebekler.
‘’Barış’’ diyecek gözü yaşlı gülüm.
Senide bir gün vuracaklar ey zulüm!
Serçeler yeniden dönecek bahçelere,
Zafer şarkıları şakıyacaklar seherlere.
Ve yalnız ona secde edecekler seherlerde.
Senide bir gün vuracaklar ey zulüm!
Bahçelerde çocuk sesleri,
Sokakta yiğitlerin tekbirleri,
Ve yükselir minarelerden ezan sesleri.
Ona teslim imamlar,
Ona teslim bütün kıyamlar.
Ve narince bükülen boyunlar.
Ve alınlar Onun için topraktalar.
|
|
Olsam
Bir bencillik ki, almış başını gidiyor,
“Kardeş!, nedir bu yaptığın” diye sorsam,
Dinlemiyor da, dînine ecdâdına küfrediyor,
Duyururdum sesimi belki CEBRÂİL olsam.
Ey bozulup yozlaşmış insan, ömrün geçiyor,
Bir ilâhi güçle bunlara siper dursam,
Üzülme boşuna, herkes ektiğini biçiyor,
Güneşli günler sunardım MİKÂİL olsam.
Dalda bir kuş ötüyor, kırda ceylan sekiyor,
Kendimi böyle bir yerde bulsam,
Bu ne dehşet!; zâlim mazlumu eziyor,
Durmazdım bir-an, üflerdim sûra İSRÂFİL olsam.
|
|
Remy’de şimdi ellerim,
Bir yanım burada ise,
Bir yanım Ula’da, Vusta’da ve Akabe’de,
Gecenin karanlığında Mina’da.
Topla silahını bir bir hesapla,
Dön geçmişe, kendine,
Arın, uzaklaş içindeki ifrite,
İfrite fırlat, bir taş da kendine.
Kendine gel nefsim, işte ellerin,
Ellerin titremesin coşsun seferin,
Seferin Mina’da kalmasın, gelsin!
Gelsin de gürlesin, işte burada hedefin.
|
|
NE OLUR DÖN BANA!
Ah! Çok suçluyuz biliyor musun?
Seni hep mezarda gördük,
Sanki mezara gömmek istedik.
Bir suçlunun infazından kaçışı gibi kaçtık!
Ve seni gizlice toprağa gömdük
Utanıyor muyduk? Bilmiyorum ama,
Ama hep kaçıyor,
Ve hep uzaklaşmak istiyorduk.
Ve en sonunda seni toprağa gömdük.
Gizli, anlamsız bir abd ’la,
Yalnız ölüye sunduk.
Oysa yerin şehirdi,
Sokak, cadde ve evdi,
Masamızda ki yemek,
Çantamızdaki azık,
Yatağımızdaki dua idin sen!
Dön şehrime affet!
Görmeyen gözüme nur lütfet.
Kalbimin tam ortasını fethet.
Ne olur dön beni affet!
Dön sokağıma affet!
Çiçeklerimi renk renk donat,
Çocuğumun, kadınımın dilinde dinlet.
Ne olur dön beni affet!
|
|
Bize kalan sadece susmak değildi elbet,
Kirlenmiş yüzlere konuşmalıydı kelimelerimiz.
Yazmalı, anlatmalıydı kalemlerimiz.
Ve bize kalan sevdayı sırtlanıp yürümekti.
Tekti hedefimiz,
Yalın ve sade,
Açık seçikti ayetlerimiz,
Yönümüz, değerlerimiz ve kıblemiz.
Bize kalan tek olmaktı elbet,
Tek vücut, tek akıl.
Tek mısraydık elbet,
Uç uca eklenen şiirdik.
Mısra, kafiye ve kifayet.
|
|
BİR BEN BİLİRİM 04.10.16
Bir ben vardım o sokakta, bir ben bilirim.
Uzatırken ellerimi masum saçlarına,
Gözündeki anlamlı ışığı bir ben görürüm,
Bir ben bilirim!
Uzak değildi aslında manaları izlerin,
Kalbinin derinliklerindeki cevherlerin.
Cevherlerin saçılmıştı her yana, yeşildi gözlerin!
Bir ben bilirim ne güzeldir yeşillerin.
Ve yine bir damla süzülürdü kenarından.
Yüreğin yanağında çırpınırdı,
Utanırdı dillerin.
Ne olur bükme o masum boynu bana,
İnmesin damlalar yanaklarına.
|
|
Seyahat
Kaparım gözlerimi, bir yolculuk başlar içimde,
Öyle huzur kaplar ki beni, anlatılmaz biçimde,
Mevsim bahardır, kokusu sarmıştır her yeri,
Kuşlar öter, arılar gezer dağları.
Âheste-âheste giderken otobüs, bakarım camdan,
Bir türkü -ki gönülden kopmuş-, geçirir beni candan,
Ne de asil durur tarla kenarında selviler,
Boy-boy olmuş rahmeti söyler ekinler.
|
|
Durma!
Nasılda ilerliyor bak zaman, akrebin yelkovanla çatışmasında.
Eksiliyor gözümüzdeki billur, yaşlı bir çınarın boşalan içi gibi,
Kaçırma sancılı bakışlarını bir dur,
Dur ve seyreyle şu âlemi!
Ama sen durma! Bu atalet vurur seni!
Koş âdemlerle arzın merkezlerine,
Küpün çevresine hapseyle erdemlerini,
Safa’dan, Merve’ye nakşeyle söylemlerini,
Nakkaşlar gıpta ederde, yüksükler koruyamaz teni.
Ne çarık gizledi, nede ihram bedeni,
Bedeni arşlarda sidre’yi gezeli.
Şahinler karış karış seyran etti de gökleri,
Sidrenin yolunu çözemedi gözleri.
Ey keşmekeş olmuş benliğim, nerdesin?
Kaçıncı sitemi, hangi dervişlere söyledin?
Derviş senin derdini bilemez ki söylesin.
Mahşerde ruhunu kurtaracak yerde misin?
Salın, kendini yokla, hadi durma!
Sen bu kelamı sakın başkasına sorma?
|
|
BİR KIRLANGICIN PENÇESİNDEN KOPMAK. 03.09.2016
Bir kırlangıcın pençesinden kopmak.
Öyle ya, düşmek bir hınç ile sineye.
Bize de düşmek yazılı ansızın, aniden!
Bir kırlangıcın pençesinden ve birden.
Yakar mı sineleri inse de en derine?
Bir su sesi gelir mi kuyunun dibinden?
Kuyu derin, kuyu sakinken,
Bir Yusuf misali seslense derinden.
|
|
Rahmana teslim olma günüdür bugün
Teslim ol gönül vakit çok geç değil.
Tövbenin kabulünün tam zamanıdır bugün.
Geçmişin yasını tutmanın zamanı değil.
Rahmana teslim olma günüdür bugün.
Yaşım genç, vakit var deme,
Aç gözünü bir bak,
Bir gündüz, bir gece,
Gecen gündüze, gündüzün geceye girmişse,
Rahmana teslim olma günüdür bugün.
Elim kirli, yolum belli deme,
Aç kalbini kitaptaki cevhere,
Oku, anla, çözümle.
Rahmana teslim olma günüdür bugün.
|
|
Acıyı çağırdı bir melek.
Acı geldi hiç istemeyerek.
Bindi de göğsüne üzülerek.
Kahrından gözyaşı düştü süzülerek.
Zulmü çağırdı bir melek,
Zulüm geldi titreyerek.
Ezdi de geçti yüreğini üzülerek.
Bir nokta al düştü zulmün yanağına, boynunu bükerek.
Ve yine bir melek,
Bir melek yine gelerek,
Hep geldi, katar katar deneyerek,
Kapısını çaldı, ama isteyerek!
|
|
Varlık sebebimiz sebeplerin sahibi olan ALLAHa raicidir.
O’na dır hep yüzümüz.
O’ndan geldik.
Sayılı günlerimizi tamamlayıp bizden öncekiler gibi, gideceğiz.
Giderken bu dünyadan sadece kendi yazdıklarımızı götüreceğiz.
Varlığıyla âlemi şenlendirenler.
Yokluklarıyla da özlenirler.
Ne kadar özleniyorsan o kadar büyüksün.
Ne kadar aranıyorsan o kadar değerlisin.
Yüzü O’na dönük olanlar mutlak doğruya tabidirler.
Yanlış içinde bile olunsa er geç hak’la buluşulacaktır.
Müslüman olmaktan onur duyanlar.
Zor olana tabi olmuşlardır.
Bu yol günlük, haftalık, yıllık değil bir ömür yürünecektir.
Yılgınlık olsa bile, geri dönmek yakışmaz inanan bir kula.
|
|
Olmasan da bu çağda, sen her-an bizdesin,
Sen en güzel seste ve hep en güzel sözdesin,
Güller içinde en güzel, Hak katında gözdesin,
Sen Allah’ın Resûlü, Hz. Muhammed’sin sen.
Duyur mübârek sesini, herkes seni dinlesin,
Seni duyan ağlar mı, mazlum niye inlesin?,
Vur bu çağa yumruğu, yer de gök de inlesin,
Sen Allah’ın Resûlü, Hz. Muhammed’sin sen.
Sen en yüksek şuurda ve en yüksek “tin”desin,
Üç ilâhi kitapta ve üç ilâhi dindesin,
Gönlün en aziz yerinde, kâlpte ve zihindesin,
Sen Allah’ın Resûlü, Hz. Muhammed’sin sen.
Sen Kur’ân’da, Tevrat’da, Zebur’da İncil’desin,
Bâzı yerde “şın” dasın, bâzı yerde “sin” desin,
Herkes tükenip bitmişken, sen ise hep zindesin,
Sen Allah’ın Resûlü, Hz. Muhammed’sin sen.
|
|
MAİ VE NUR
Ben sendeyim uzun gecelerde,
Geceler bende, gerçek olmuş düşlerde,
Düşler de gökte mai derinliklerde,
Kaybolup gitmiş düşüncelerde.
Düşün karanlığın ortasında ışır gibi,
Yay dört bir yana ışığın dağılsın.
Sakın düşürme göz kapaklarını,
Hep parlasın gözlerin mai derinlerde.
Parlasın gözlerin zulme inat.
Mazlum sana hasret,
Bekliyor koca bir vuslat.
Bir la çıksın o ıtır dillerden,
Zulmün karşısına dikilsin, hey hat!
|
|
NE DE OLSA VAKİT ÇOK DAR. 27.07.2016
Duydun mu? O bankın üstündeydin hani!
Saçına yıldızlar konmuştu da,
Sen daha bir durgun, düşünceliydin.
Üzerindeki yükün azda olsa farkına varmıştın aslında.
Geriye dönmek isterdi zaman zaman o ürkek bakışların,
Ama aldığın nefes,
Nefes değil, bir zulümdü sana.
Daralırdın, hemen kalkmak ister,
Koşa koşa ıhlamurların altından,
Köhneleşmiş ahşap evinin kapısını aralayıp,
Yatağın üstüne atmak isterdin öylece.
|
|
VE SEN
Kelimelerin yetersiz,
Düşlerin sınırsızlığının yetmediği.
Sen girdin aklıma.
Acizdim, masum ve ürkekti bakışlarım.
Korkuyordum öylesine ama,
Ama çok seviyordum.
Ve sen girdin aklıma.
Geceyi gündüze katıp,
Yalancı hülyalardan sıyrılıp.
Uzun bir ufukta arar oldum seni.
Ve sen girdin aklıma.
Ezikti cümlelerim, karışık.
Fırtınalarda savrulmuştu gemilerim.
Yücelttin,
|
|
Nasılda büzüşmüş duruyorsun orada,
Şurada, tam göğsümün arkasında,
Bir şiş alıp, seni delik delik dağlasam da
Diner mi feryadın be mazlum gönül.
Kirlenmiş bulutlar sarmışsa dünyayı
Bir tufan savurmuşsa sancağını
Eline alıp ta yüce kitabını,
Rahmet, Rahmet yağar mısın mazlum gönül.
|
|
Zaman koçanını sarmış dünyaya,
Koşsam ne fayda?
Dursam ne fayda?
Bir küçük göz yaşı düşerse toprağa,
Bağırsam ne fayda?
Sussam ne fayda?
Saçımın beyazı aynada çiçek olmuşsa,
İlaç ne fayda?
Merhem ne fayda?
Aradım, bakındım, aslında çok küçükmüş dünya,
Parsel ne fayda?
Tarla ne fayda?
|
|
YOL VER YA RAB!
Eyvah, kanlar düşüyor toprağa,
Bu sefer ebabiller değil azapta,
İlahi bir helak değil gökten inen toprağa,
Ve çığlıklar küfrün değil Ya Rab!
Yedisinde ve yetmişinde, her birisinde bir azap,
Çocuk anaya, ana çocuğa uzak,
Ve bir çığlık boğazlardan fırlayan mızrak.
Düşen mi? Düşen bir damla göz yaşı Ya Rab!
|
|
Çarklar var tıkır tıkır işleyen
Çarklar var çıplak gözle görünmeyen
Bir anda başlayıp bilinmezleri dizginleyen,
Seni topraktan alıp Mah’ın arkasına gizleyen.
İşte bak Şira, arkanı dön bak işte Dünya,
Nasılda nazlı nazlı salınmakta,
İşte şurada aç gözlerini kapatma
Toprağa yükü ile eziyet olmakta.
Her bir adımda yaşam karmaşasında,
Büyümüş, devleşmiş çarkların kıskacında,
İşte şurada bir insan yaşamakta,
Bir sağa, bir sola devri âlem yapmakta…
|
|
Gözlerim kapalı sustum dinliyorum.
Bir fısıltı geliyor kulaklarıma,
Çok, çok uzaklardan
Ve çılgınca bir çığlığa dönüşüyor kararmış gökyüzü.
Hare, hare koyulaşıyor.
Sanki gök üzerimize yürüyor.
Nedir bu çığlık ve karartı?
Sanki ebabiller geliyor Ebreheye.
Bir balık yutuyor Yunusumu
Ve çığlıklarıyla Sümeyyem Şahadet’e koşuyor...
|
|
İşte yaşın düşmüş alnına,
Aynalar, sana haber veriyor anlasana,
Savuruyor zaman sanki küllerini,
Toprağın derinindeki o yalnız çukura.
Peki, sen veda ettin mi sevdiklerine?
Arayıp, sorup, değer verdiklerine.
Bu son vedaymış gibi sokul onlara,
Son bir helallik alda,
Kulak ver onlara.
|
|
Düşün!
Seraba dönmüş duygularına susuzlukla koşarken,
Umutsuz umutlarının yelkenlerini açarken,
Semaya bir göz gezdirip hayale dalarken,
Bir düşün, yokluğunun girdabında varoluşlarını.
Düşün!
Anne rahminde bir nefessiz sabrederken,
İlk çığlığını yorgun düşmüş anneye atfederken,
Bir nefes ile biri sonsuzlara haşrederken,
Bir düşün, bak! Aldığın nefesin bir geri sayım olduğunu.
|
|
Bir kıyamın şarkısıydı toprağında filizlenen,
Hakkın kelamıydı, bütün dillerde söylenen,
Yalnız seni bir ile birleyen,
Tertemiz bir duaydı o mazlum yürek.
Sus pustu kudretinden korkmuştu,
Mazlumun yanında merhametle dolmuştu.
Zulme karşı hep dik duran olmuştu,
Bir kıyamın başkaldırışıydı o mazlum yürek.
|
|
Ve şimdi karanlıklardasın,
Kendinden ve gerçeklerden çok ötede,
Hep gitmek istediğin yerdesin,
Küfrün ve cahiliyenin içinde.
Sana Ebu Zer ol diyemem,
Yalnızken dik durmayı ondan öğrendim.
Binlerce süslü yol varken,
Hakkın huzurunda durmayı da Resulden öğrendim.
|
|
Ötelerde mi özlemini duyduğumuz diyar?
Sokaklarında koşturan çocuklar,
Elinde bastonu sevecen ihtiyar,
Ve tüm dillerde selamlar.
Ötelerde mi özlemini duyduğumuz diyar?
Kıvılcımlar çıkararak koşturan atlar,
Güçlü heybetli yiğitler,
Ve yoluna baş koymuş şehitler.
|
|
Sırça köşkleri makam edinenler,
Dipsiz kuyudaki cevheri bilemezler.
Hak yolundayım diyen cahiller!
Kelimeyi tevhitle cennete gidemezler.
Okumadan niyaz edenler,
Atalarının dininde giderler.
Kılıç kuşanıp asalım diyenler,
Hakkı görünce yan çizerler.
|
|
Kapattım penceremi doğaya,
Neden mi?
Güneş eskisi gibi doğmuyor odama,
Alev alev yanan sobam ısıtmıyor tenimi.
Üşüyorum.
Gözlerimde fer yok, eskisi kadar göremiyorum.
Neden mi?
Ufuklar toz dumana bürümüş diyor haber bültenleri.
Korkuyorum.
Yoksa kıyametin habercisi mi yaşanan arbede?
Nedir bu kargaşa ve dökülen kanım yerlere?
Kardeşim kurşun sıkmış şakağıma,
Islak ve loş betonda uyuyorum.
|
|
Umutsuz ve çaresiz bakışlardı, çocukluğumun hikâyesi,
Sen yanımdan gideli çok olmuştu.
Önce kanıksayamadım, sustum öylece,
Zamanla konuştum birkaç cümle,
Ama hayata tutundum tüm gücümle.
Uykumun en tatlı anıydı saçlarıma dokunuşun,
Sen gelince yanağımda şebnemler açardı,
Menekşeler kokardı o büyük bahçemde,
Bülbüller şakırdı hem gündüz hem de gecemde.
|
|
Elinde bir asa sahra yolunda.
Yüzünde aydan düşmüş billur.
Ne sağa, nede sola savrulur.
Yükünü sırtına vurmuş gidiyor yolcu.
|
|
Sen kuyudasın bilinmezler diyarında,
Bense modern çağda, medeni insanlarla,
Medeni dedimse aldanma,
Bizim medeniyetimiz şaştı! Bu çağda.
Bizim medeniyetimiz;
Öyle bir kavram ki nasıl söylesem,
Bir battaniye alıp içine gizlensem,
Gömsem de başımı gizlesem,
Kızaran yanağımı nasıl gizlesem?
|
|
Kapalı düşler üstüne kurulmuş bir yaşam,
Ne düşünmüş, ne anlamış insan.
Umudumu bir sonraki bahara atmışsam,
Senden umduğum bir şey var ustam.
Hep oyalamış beni yaşam,
Nerede sabahsa, orada akşam,
Birazda midemi okşasam,
Bana yeter sanmışım be ustam.
|
|
Sen vardın ya uzak olduğum kadar yakındın bana,
Titrek ellerimde tutamadığım gizli saklı hesaplar,
Ve bütün çıplaklığı ile hakka çağıran mesajlar,
La söylemler vardı gözlerimi her kaçırma anlarında.
|
|
Başını uzatmış yatıyordu yerde.
Ne şikâyet ne serzeniş vardı dilde.
Omuzunda bir el beklemekte.
Sevgiden, şefkatten titremekte.
Birisi kararlı bıçağını bilemekte,
Diğeri sabır ve sebat ile beklemekte,
Sınanan hangisi tam olarak bilinmemekte.
Birisi sevdiğine, sevdiğini feda etmekte.
Birisi sevdiği için, kendini feda etmekte.
Sür bıçağı sür İbrahim, zaman geçmekte.
Oğlun İsmail seni beklemekte.
|
|
Neden susmuş bütün kelimeler.
Söylenecek söz mü bitmişte,
Sus pus kalmış dostlar.
Yoksa sorulmadan söylenmez mi olmuş kifayeler?
Yalın saf ve berrak makaleler.
Makaleler olmalı gerçekte.
Gerçekten çok çokta ötede.
Söyleyin bana dostlar hak nerde?
|
|
Günaydın karanlığımın ’ŞİRA’sı.
Yolumu kaybedip yardım aldığım pusulam.
Evet sen kapalı sandığım kapılarımı açan nazlı ışık.
Bana bir yol göstersende anlasam.
Bölsem düşlerimi tam ortasında korkunun
Bir yudum su alsam pencereme koşşam.
Dindirirmisin ızdırabımı.
Açarmısın perdelerini ağlayan düşlerimin;
Bilirmisin neden bukadar korktuğumu.
Boğazımda düğümlenen kelimelerimin,
Açıklarmısın bana neden sustuğumu.
Aynanın karşısına geçipte nerede yok olduğumu..
|
|
Deryalar, yağmurların sonucumudur,
Yağmurlar mı deryaların? ...
Ama sanki deryalar, candır yağmurlara
Yağmurlar ise; cana, cananlara can.
Güneş görmeyen deryanın,
Kıvılcımı olur mu yağmurlara!
Sönük bir güneşin faydası olur mu deryalara!
Isınamayan deryalardan, haberci çıkar mı bulutlara!
Nefes alırken her yanlarından,
Yeryüzünden çekmiyorlar mı ciğerlerine;
Yükle yaşam olacak o safir, tutulamayan kütleli cüsselerine!
Beklide bunlar, sadece bilinmeyenlerin bilenenleridir,
|
|
Bir sabahtı gözlerimi araladım yeni dünyaya
sanki önce hiç yokmuşcasına
kulağımda bir kelime
karanlıktan aydınlığa
hasretten vuslata
anlamsız sızılardan rahata
rahatla birlilikte zorluğa
zorlukla birlikte rahata....
|
|
Gözün gördüğü yer,
Alabildiğine çöl....
Öylesine merhametsiz,
Öylesine acımasız.....
Iki tepe arasında bir kadın
Sare’nin kumasi,
Siyahi bir köle...
Teslimiyetin aşkı,
Aşkın teslimiyeti....
Nihayet say’ın mükafatı;
Kutsal su zem zem,
Ve asırlar boyunca anilmak. ...
|
|
Sa’di diyor ki: ’Bir gece biz kervan ile
Ağır ağır gitmekte iken yolumuz düştü bir çöle.
Hızla geçmek için o korkutucu ıssız çölü,
Bütün yolcular istirahati feda ederek,
Gitmektelerdi. Bir aralık bende yürümeye güç
Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık uykuya yenik.
Avare bir yolcuyu bekler mi kafile?
Çaresiz yola devam edecek varıncaya dek konak yerine.
Bir de uyandım ki başucuma dikilmiş bir deveci şunları
söylemekte:
|
|
tanrıya sordu bir gün güzellik:
sen beni niçin sonsuz kıldın ki dünyada
yanıt geldi: bir resim atölyesidir dünya
uzun bir yokluk gecesinin öyküsüdür
rengi ile ortaya çıktığından değişim
özü geçici olan güzeldir gerçekten
ay yakınlardaydı, duydu bu konuşmayı
söz yayıldı gökyüzünde, duydu seher yıldızı bile
|
|
Hayırlı olması gereken cumalar gerçek anlamından, hikmetinden ve asıl hüviyetinden uzaklaştırıldığı için hayırlara dönüşmüyor. Erkek egemen bir toplumda kadınlar çalışmaya, nöbet tutmaya daha başka işleri yapmaya devam etsin. Ama erkekler asla cumadan geri kalmasın. Üç cumaya gitmeyenin cenaze namazı kılınmaz ise kadınların cenaze namazı nasıl kılınıyor peki? Ha sen dur orada diyecekler kadınlara cuma farz değil diyecekler? Ama cuma suresindeki cuma ayeti böyle demiyor " 9. Ayet: Ya eyyuhelleziyne amenu iza nudiye lissalati min yevmilcumu’ati fes’av ila zikrillahi ve zerulbey’a zalikum hayrun lekum in kuntum ta’lemune
Anlamı: Ey iman edenler! (Bakın ey iman edenler deniyor kadın erkek ayrımı yapılmadan. Yoksa siz beyler kadınları imanzıs mı görüyorsunuz? ) Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.
|
|
ağlamak bir kapısı ise gülmenin,
bırak dökülsün göz yaşları sinenin...
boşa geçen yıllara ah etmektense kendinin,
sırt çevir geçmişe, işte önünde geleceğin...
Yeten yeter sana şüphesiz bilirsen yetinmeyi,
veren vermiyorsa istemediğinden mi vermeyi...
bilmez misin, buyrulur; ’’innallahe meas sabirin’’,
mütevekkil ol gereğini yapmışsan görevinin...
|
|
Şimdi gidecek hiçbir yeri yok kuşların
Her yer işgal altinda
Her yerde ötüyor silahlar
Mavi düşler geride kaldı
Düşünceler düşmanliga yenik düştü
Artik durmaz kefen satıcılari
Agıtlar ağartır yüregimizi
Oy havar diye başlar şiirler
|
|
yurdunu terk etmişti mecnun, çölü de terk etsin
söyleyin, görme hevesinde ise Leyla’yı da terk etsin
ey derviş, burada, olgunluğa erişince elde edilir erek
sen dünyayı terk etmişsin bir tek, öte dünyayı da terk et
öykünmekten daha iyidir kendini yok etmek
kendin ara yolunu, Hızır’ı beklemeyi terk et
sanki kalemsin dilin ellerin sözleriyle dolu
elin sözüyle gereksiz övünmeyi terk et
|
|
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
|
|
Yaşamın koşulları
sanki
insanı insanlığından
uzaklaştırıyor
hatta koparıyor gibi...... mi?
Yoksa
"gerçek insan"
o "yaşamın içindeki" mi?
Orada
pişe pişe
"insan" olmakta;
bir bölümü kavruklaşıp
çöpe gitse de...
|
|
Mevsimsiz bir sabahın eşiğindeydik.
Gün bayram günüydü, uzaklarda
Bedenler rengarenk.
Bizde Bayram;
Yiğit bir babanın, yiğit bir oğluydu.
Uykulu gözlerinden vuruldu küçük bir ırmağın kenarında.
Yıldızlar kayıyordu anne,
Yiğitler ölmez.
Gün, karanlığa gömülmüştü,
Güneş doğmuyordu artık bu bayram sabahında
Gönüller yasta,
|
|
Sürdüler Türk’e tasavvuf diye olgun şırayı
Muttasıl şimdi hakikat kusuyor Sıdkı dayı
|
|
bazen
ateşi harlamak
bazen de
söndürmek için
üfler insan
|
|
Ustalar vardır
Hızır’ı danışman olarak çalıştıran
Çile yontucuları
Sabır nakkaşları
Bir rüyâyı taşlarla yorumlayan
Medrese çağıltısından
Kütüphane hafızasından
Taşlara da bir rüyâ armağan eden
Kur’an sesi işlemeli
Taç kapılardan görünüveren
Ölümsüzlük öğrencileri vardır
|
|
Saygılı olanlardan başkasına çok ağır gelen,
Namazdır benim göz aydınlığım.
Ezandır beni, bizi Rabbe sevk eden,
Namazdır benim göz aydınlığım.
Bilmeliyim benim, Rabbim Allah’tır,
İkame ettiğimiz namazdadır sır.
Allah’tan başka şeylere olan bağlarını kır,
Namazdır benim göz aydınlığım.
|
|
İçimde uzayan her yol
Çıkar gider dosta doğru
Nergis. ıtır, menekşe, gül
Kokar gider dosta doğru
Zamanım yoğrulur gamla
Birleşir sabah akşamla
Ilık kanım damla damla
Akar gider dosta doğru
|
|
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
|
|
Mecnun bu olgunluk yıllarında
Koştu kervandan kervana
Hizmet ederek insanlara
Erdi teselli pınarına
Zamanı hatıraya karşı kullandı
Aşka karşı hakikatle donandı
Şefkat merhamet ve hakikat
Aşka karşı aşkla birlik silah ve at
Ve Tanrı’nın saltanatı tek saltanat
Bu görüşle karışıp insanlara
Buldu çoklukta tek bir manzara
Her işin sonu başı Tanrı
Alınyazımızın heykeltraşı Tanrı
Tek var olan O...gerisi gölgeler
|
|
Nasihat bitmedi ey çırak!
Ey kendini usta sanan,acemi çaylak!
Bitmedi nasihat!
Şirk neydi,
Haykırınca zamana yayıldı.
Çöllere sürgün edildi Azer!
Şimdi damarlarımızı onlar sever .
Sahi kim bu putları,tanrı edindi?
Derken elbette bunlar,ateşte kor idi.
İstersen gözlerini ovuştur!
Eğer bilirseniz söyleyin
Sahi sizin putunuz kimdi?
|
|
Nasihatim sana, bana, ona…
Bir şair bir çırak
Bir çırak bir şair
Şimdi geç bunları
Çıraklık ayaklarına yatma
Arayıp ta bulamadığın İbrahim nerde?
İbrahim öldü
Peki İsmail ?
İsmail yetim şimdi
İbrahim kelimeler i öğrendi imtihandı
Zalimlerden değildi
Sahi zalim kim ?
|
|
Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına.
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin.
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.
|
|
Kurban;
Yaklaşma
Yakınlaşma..
Rabbimiz
Zaten yakın da bize
Kulun
Yakınlaşmaya aradığı
Bir yakîn yoldur,
Adama adanma…
Sakın ha,
Kırmızı çizgileri
Haddi aşma!
İsyana, günaha
Yaklaşma!
At mazeretleri
Uzaklaş, kaçın
Tağuttan
Nefsine kanma,
Şeytana aldanma!
Sakın çeldirmesin seni
Nefsini, neslini, ehlini
Sakın ondan
Avanesinden, tuzaklarından!
|
|
Rahmet bulutu olup yağan,
Samimiyetle akan, gözyaşını özledim.
Elimi tutanın dostluğundan,
Emin olarak, sıkmayı özledim.
Özledim, hem de, çok özledim;
|
|
Bir bilseydiniz, neydi ahvaliniz
Ne de olsa hiçbir şey olmamışçasına göçüp gidersiniz
Şiir ve ölüm manifestosu
Anksiyete, düçar halde iken,
Yok öyle karantinada bekleyen pusu
Uzak kentler diye bir şey yok
Ölün diyen masallara, kahramanlar hep tok..
Şiddetli konuşma mı?
Sahi neyin nesiydi
|
|
Tunus; ekmek, kurşun ve şiir
Ötesini Söylemeyeceğim
Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor
Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz
Yağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardır
Suyun içinde gürül gürül yanan
Dudağımı büküyorum ve topladığım çalıları
Bekçi Halilin kız kardeşinin oğluna ait
Daha doğrusu halasından kendisine kalacak olan
Arsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorum
Hiç kimsenin bilmesine imkan yok
|
|
Geldi yine
Baş göz üstüne
Bir ay
Konaklayacak
Hanelerimizde gönüllerimizde
Daha iyisi
Yer bulsun
Kalplerimizde
Gözleri üstümüzde
Kim ne yapacak
Onu nasıl konuklayacak
Ardından
Ama bayram
Veya hüsran olacak
Bakalım ondan geriye
Elimizde ne kalacak!
|
|
Oruç, ruhun sesi gelir her yıl
Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize
Vücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibi
Yapılır örtülür uçurumları yakan dualardan
Ten ruhun avuçlarının içinde
Hilkat günlerinin yeniden oluşun terlerini döker
İnsan gecesini değiştirir gündüzüne erer
|
|
Uçurumun dibinde, Ebu Leheb yanındasın.
Eşkıyayla kardeş oldun, mazlumun kanındasın.
Şeytanlaşmış yüreğin, merhametten çok uzak.
Elin ayağın var diye, insan oldum zannındasın.
Gözün doymaz, kulak sağır, kalbin ise tarumar.
Hiçe saydın İslam’ı, imanla oynadın kumar.
Kişiliğin taşlanan, iblislerden farkı yok.
Hovardaca tüketip onunla zar attın, zar.
|
|
Ay yarılır, güneş bürülür,
Dağlar parçalanır, sema dürülür,
Günahkârlar cehenneme sürülür.
Ölüm sana ulaşmadan düzelt halini.
Rahmanın yüce divanı kurulur.
Suçsuzca gömülen kıza sorulur.
Kâfirlere demir pranga vurulur.
Ölüm sana ulaşmadan düzelt halini.
O gün herkese emeği vardır.
Ancak Allah için yaptığın kardır
Kurtulacak olan yalnız sadıklardır.
Ölüm sana ulaşmadan düzelt halini.
|
|
Dinle şu mühim sözü,
Ölüm vardır unutma,
Haramdan sakla gözü,
Ölüm vardır unutma!
Başlasın hazırlıklar,
Deme daha vakit var,
Kabre girme günahka,r
Ölüm vardır unutma!
Nefsine uyup azma,
Sakin ol hemen kızma,
İhlâsını hiç bozma,
Ölüm vardır unutma!
|
|
Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan islam’ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir...
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..
Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!
Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
|
|
Hazin bakışlarıyla lacivert tonlu ufuklardaydı
Saatini bilmediği vaktin her bir dilimi onun ek gıdası
Zemheri burcunda kalmamıştı iklim askeri
Nöbet değiştirmemişti halbuki, ilerleyen duygular
Halen çocukluğuna çuvaldızını batırırcasına içten bakıyordu
İçten yakarışı kimseyi kaynatmasın diye…
Ey kuyuya düşmeyen çocukluk hayali..!
|
|
On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî’î:
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kere de, ma’mure-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin
Salgındı, bugün Şark’ı yıkan, tefrika derdi.
|
|
gün batar
kuşlar dönerdi
seherler
adama namaz kıldıran ihtişamını yitirdi
artık ne gün batıyor ne kuşlar dönüyor
akşam ile yatsı arası
eğer erirse
kar ilkin damlarda erirdi
sahurlar olurdu
iftarlar eskiden
orucu inanmayana tutturan
inanmasa da insan
bu iftar
bu sahur inanılası bir şeydi
|
|
Anne ölünce çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde bir siyah çubuk
Ağzında küçük bir leke
Çocuk öldü mü güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne
|
|
Veya nedir?
Makamın mı? Onurun mu?
Mevkin mi? Statün mü? Mesleğin mi?
Paran mı? Evin mi?Bağın mı? Otomobilin mi?
Ma’şukun mu? Ailen mi?
İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi?
Ruhaniyetin mi? Alimliğin mi? Elbisen mi?
Adın mı? Namın mı? Şöhretin mi?
Canın mı? Ruhun mu?
|
|
Bütün bu kin lal olmuş çocuk için miydi?
Çıkart ve bir daha giyinme atlas elbiseni
Ey bahçeme zarar vermiş tuzlu sular:
Adını unuttuğum girdap kıdemli okyanus..
Ne çift sözlerin varmış meğer, dalgakıranları küstüren
Çevik ve seyrek hilelerinle pulları fırlattığın
Bıçak değmez engizisyonunla,
Tahterevalli ikindilerde çay bardağımı kıran
Sohbetime panjur çeken meslek: kin mühendisliği..
|
|
Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine
Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı
Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı..
Eli öpüldükçe içi burkuldu
Konuşmak istedi, dili tutuldu
Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu
Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı
Adam “he ya” dedi, gözü kapalı..
|
|
Kundaklanmadan kefenlenen tüm mazlum çocuklara...
Dünya hüsrana doğru giderken kurtuluşun havarileri nerede dostum…
Nerede ashab-ı insan…
Hangi diyarda daru’s-selamın sözcüleri…
Hangi yana savruldu vahyin kılavuzluğunda yürüyen öncüler…
Hani dünyanın adalet özlemine cevap olacak mümtaz şahsiyetler…
Neden kimse anaların ağlamaklı direnişine bir damla gözyaşı ile eşlik etmiyor...
|
|
BU BİR KAHPE OYUNDUR SAHNEYE KONMUŞ
SENARYOSU DA Fİ TARİHE SORULMUŞ
FİRAVUN ZORBASI İDOL OLMUŞ
KARUNLARDA FİNANSMAN OLMUŞ
TEZGAHLAR KURULMUŞ KÖŞELER TUTULMUŞ
TEVHİDİ BİLİNÇ MASAYA KONULMUŞ
BAŞ KÖŞEYE EMPERYALLER OTURMUŞ
İŞBİRLİKÇİ ÇAKALLAR DA KENARA SOKUŞMUŞ
|
|
Gözlerin gelir aklıma
Kasvetli bir akşam üstü
Gözlerin, gülüşünden daha beter
Acıtır yüreğimi.
Bir fırtınadan arta kalmış gibi
Sarar benliğimi soğuk duvar
|
|
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmailce
Bıçak senden incinmesin.
|
|
Ressamın çizdiği ekvator üzerinde yürüyorum
Milat öncesine doğru yol alıyorum
VE bir anda dudaklarımın kuruduğu bir çölde
Kendimi buluyorum
Geçmiş’i yakalayan bir ressam değildi
Baktığım siyah beyaz bir resimde değildi
Bu sayısız soruların içinde
Milat öncesine doğru yürüyorum
Karşımda ilk isyan çıkaranın çocukları
Selam verdim kendi yalnızlığımda
Bu bilinmez coğrafyada nefes alanlara
Habil ile Kabil’in kardeş katline şahitlik etmeye gidiyorum
Devrim öncüleri’nin tam önünde
Adı Habil ve Kabil diyorum
Biri dizelerimin arkasına sığınıyor
“Kıyma bana” diyor
Biri dizelerimin önünde kurbanını hazırlıyor
Ve ilk kan gözlerimin önünde
Toprağı kırmızıya boyuyor
|
|
Varlığı özgürlük yokluğu esaret olan gözü nemli insan
Yürek sürgünlerinden mülteci kamplarına sürülen bir yetim olarak aradım seni
Neredesin…
Ortadoğudan Balkanlara,
Akdenizden Egeye
Mezopotamyadan Mısıra
Seni bulmak için Mecnun misali bir başıma aradım…
Nerelerdesin
|
|
Hayatın bir yerinde
İnce bir dala tutunur gibi
Öylece seyretmek hüznü
Bilince ağır gelir
Her zaman.
Ne kadar keder taşısa da insanın yüzü
Gülmek için bir sebep arar
Bilgelerin kalbi hüzünle dolarken
Ahmakların ki ise neşeyle dolar.
|
|
Ey Dost..!
Bizler birer hizmetçi,
Bizler birer yolcu,
Bizler kaybettiği akıbeti arayan,
Bizler, ölüm fanusunda son rolünü ağırca oynayanlar..
Sen ise bize her yönden yollar halk eden
Sen yolumuzu düşürmeyen,
Sen yolumuzu kaybettirmeyen,
Sen yolumuzdaki akıbetimi rüsvay etmeyen,
Sen bize bir ışık yakan,
Sen, ölmeden önce bizi öldürmeyen..!
Ey Dost..!
Sen’li hayattan ötürü Sana teşekkür ediyoruz…
Bizi Senden ayırma,
Bizi sonsuzluk serinliğinden uzak eyleme,
Dualarımıza “kabul olunmuştur” mührünü vur,
Bu mühür ile yolcu olduğumuzu anlayalım,
Bu mühür ile bir kul olduğumuzu hissedelim,
Bu mühür ile istikamet kazanalım,
Bu mühür ile insan olduğumuzu keşfedelim.
|
|
Bir suskunluk başlamasın Bunu duyan ben olunca,Bu kirliliği sallarken,kimse bilmiyor bu soruyu soruncaMedyanın ağzından duydum,Krallar bunu yasalamaya soyunurkenNerde zaman şimdi,nerde diyenlerle konuşurkenÇaresizdi birileri, sabaha varırkenKatlanırken birileri bıkmadım,burdayım Bir şiir değildi bu,sonsuzluğu dert edinirken zamansız ve mekansızAdı vardı, ardı ardına fakat veya fakat
|
|
Mağrurlanma padişahımSenden büyük ALLAH varMerak ederim hepBunu bir şairmi söyledi?Yoksa şairlerin hepsiDerdi ekmek kırıntısıBirer faremiydi?Çarmıha gerildi İsaAteşe atıldı ibrahimHicrete değilSürgüne yollandı peygamberim
|
|
Bir nehrin orta yerinde
Dalgaların kıyıya küstüğü yerdeyim…
Dökülmüş
Dağılmış ve hiç olmadığı kadar yorulmuşum.
Nedendir bilinmez
Bakışlarımdaki donukluk
Sesimin olanca acıyla kıvrılışı
Ve rüzgarların uğultusu altında öylece kalakalışım.
Hasret desen değil,
Gurbet desen
Unutalı yıllar oldu.
İçimde çağlayanlar, içimde fırtına
Beni hangi kıyıya atacak kimbilir!
|
|
Zinde emellerle yol alabilenler tanıyabilmişti endam aynasını
Okyanus damlaları olanlar bakıyordu aynaya
Devşirme sevdaların ilmik edilmiş görüntüsü değil
Sade ve öze ait samimiyet çerçevesiydi dile gelen
Anlaşılamamak ise onların yuvasındaki kanat sesleri..
Bir yusufçuk ızdırabıyla gerilimin adı
Ölülerin kalabalık merasimde resepsiyon ayırmasının tadı
Bir sofra kurulmuşsa oturmaktır sonsuza giden kaldırıma
Mancınık alevleriyle yükselmez bu ideal
|
|
Görkemli olan dizelerim değil
Daha da önemlisi keskin cümlelerim var
Cehennem içerisinde
Yeni bir cennet kurmalıyız
Postmodernizm nar’ının tam orta yerinde.
Haydi, buda geçsin kay’da
Kayıtçıların mührü altına...
Farkına varsalar karanlık dehlizlere gömecekler beni
Her satır başlarında bir peygamberli kendine geliş
Hadi sende beni bırakma bu modern köleliğin arasında
|
|
Tozlu yolardan geçti
Hayatın zehrini içti
Hem de tüm hayatı boyunca
Sadece Ağu içti
Feleğin çemberinden
Bir değil
Binlerce geçti
Her zora
Her ızdıraba inat
O
Dimdik yaşamayı seçti
Korkmadı
Yılmadı
Düşünmedi
|
|
Siyahın en koyu tonunu yaşıyordu bugünde Mekke
Doğan güneş bile kafi gelmiyordu karanlığı delmeye
Akıllar durmuş, gözler kararmış, kalpler buğulanmış…
Fıtratı bozulmayan gönüllerse daralmıştı bu şehirde
|
|
Hepimizi sürmüşler hayat yarışına
Birden yediye kadar sayıyor efendiler
Ve yedide başlıyor amansız yarış,
İlk harf, ilkyazı, ilk kelime ve ilk cümle.
İlk sınav, ilk ödül ve ilk ceza.
Hiç arkası gelmiyor bunların.
Bizi alıştırıyorlar zil sesine,
Dinleyene ödül olarak diploma,
Dinlemeyene iş var.
|
|
Adalet şehrinden girdim içeri
Görmedim ne Amerikalı ne İsrailli
İnsan hakları mahkemesini kuranlar
Sadece kendileri insan zannediyorlar
Filistinlinin ölümü İsraillinin zulmü
Boş şeyler bunlar
Asıl olan Vietnam filimi
Rambo’yu yaratan onlar
|
|
Şeytana esir oldukAdem kovuldu ilkinHabil’le Kabil Düştü bu oyunaZüleyha aşk oduna düştüYusuf yandı yerineMusa kibirlendiKarşısına Hızır dikildiİsa’ya Allah’ın oğlu dendiFiravunBiraz daha ileri gittiHaşa “Ben Allah’ım” dedi
|
|
Başa döndük,bak yeni dünya düzenini kuran Her neyse seyirci kalmayacağım yalnız sen biliyorsunYenilgiye uğrayacaksınız dedim evet sokağın başında beklerken…Yakın bir yerde insanların çoğu bilmeyecekler dedimCevabı anlayamazsınız çoğul olarak gafil olan...Resimlerle süslü ey beyinsiz!Kavramın sorunlu,hatanı kapatEtrafta dolanıyorsun imansız ve hayasızBak gülüyor yorumsuz hesap...
|
|
Ruh kendisini dumanlıyor kirli kirliBugünede veda etmemişken Bugün akıldan ileri gidilir mi?Dur be,dur bu kadar mı!Bu kadar mı diyor bak kapının arkasındanBu kadar suskunluk artık zarar verir
|
|
İçimde kurtçuklar yuva yapmış,
Bir illet sarmış ki beni,
Dirhem dirhem tükenmekteyim.
Ben Eyyüp değilim;
Hayatta hep
Kendi sabırsızlığıma yenildim.
Firavun’un oğlu hiç değilim,
Bakınca anlaşılmıyor.
İllet içimde okyanuslardan derin,
Nil nehrine döndüm sanki
Her yanım kan revan içinde.
|
|
Taşmıştır düşünce nehri gönderdim bu kentten
Ve filizlenerek yeniden diriliş
Asılacak düşüncelerim dar ağacında
Ve soluk aldım uzun uzun dirilerek…
|
|
Oğlum ,bu temenni neye benzer, bana bak:
Eşeklerin canı yükten yanar,aman derler,
Nedir bu çektiğimizderd,çifte çifte semer!
Biriyle uğraşırken gelip çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri.
|
|
“Bu zulüm yerde kalmaz
Yemin olsun ki asra.
Önce mevtül insanlık
Sonra harabül Basra”
Ben Basra’dan Ömer.
Belki haberin yoktur diye yazıyorum Franks
|
|
kaleler senin için inşa edildi,
senin için, serazat yürekli sivil,
barbarlar için değil!
kaleler, korkularınla, seni
kuşatmak için inşa edildi,
korkularını dağıtmak için değil!
|
|
kimse kalmadı..
kaknüs kuşu bile sesi ve heybesiyle
bir çırağan gölgesinde kayık batıyor
yakamoz alevinde esnek çizgiler kalemin cabası
toprak hiç aşınmamış gibi zamanın kadrajında
yolkesen kavşaklar çivi çakıyor sessizlik tabelasına
beli bükülmüş meltemler serinletmiyor terli bedeni
|
|
pazar için üretilmiş sanat,
pazar için güncellenmiş maneviyat,
pazar için aşk, pazar için estetik,
pazar için inceltilmiş, sivriltilmiş,
parlatılmış akıl, inanç, ülkü,
pazar için erdem, etik, metafizik!
|
|
Yaşamak delisi düşler geldi başıma
Şakağımdan dökülen taneler ele verdi beni
Sormasaydım olmayacaktı bütün bunlar
Ben kelimelerin büyülü dünyasında düşler gördüm
Sevmek nedir sevmeyi hak etmek nedir bildim
Bilmediklerimden örülü bir duvarla karşılaştığımda
Yaşadıklarımın sırrını çözdüm.
|
|
Yüreğimi ezdiğim yolda karşıma çıkan
Kefeni üzerinden çıkarmayan gülün toprağı
Bu ne vefaydı ki Üstad’ını terk etmeyen
Yine geleceğiz bahar şebboylarıyla
Sönmeyen meşalede kor olduktan sonra
|
|
Ruhun bir tutam atmosferinde
Can atar sonsuz azmiyle
Titrek semada yağan yağmurlar
Hep müjdedir kirpiklere,insana sarılan cinsten
Adar insan duygusunu,içini ve kazandıklarını
Dost’tan gelen emrin külçe serhaddinde
Bir burukluk değil,denilse denilse altın itaat
Her yerde yankılanıyor
Okundukça namazın kıyamında
Venhar..!
|
|
Ali ata bak
Ata bak ali
Bak ali ata
Ali bak
Ata bak
Ali ata bak
|
|
Yaşar iken bilmeli, zamanın değerini
Herkes kendisi vursun, nefsine eyerini
Canlar Canân’ı bulsun, hissettirsin yerini
Bakamazsın yüzüne, tabutun aynası yok
Ölüm nasihat amma, ölene faydası yok
|
|
Zindan Prangalarını aydınlatan kalem,
Parmaklıklar arasında
Sen varken yanı başımda,
Okuyarak özgürüm aslında.
|
|
Ay doğdu bir kaç yaş gibi gözlerimize
Yağmurlar düşüyordu enseden bedenimize
Yürüyoruz
Kahraman olacaksın biraz daha sabır
|
|
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
|
|
Bir rüya gördüm evvel zamanda
Aklım huzur buldu ihtiyarın dizinde
Dedim ona; “ey ak sakallı dedeciğim
Sorumu doğru bil seni çok seveceğim”
|
|
Toprak beni çağırıyor.
Savaşını verdiğim hayat,
Erken bitiyor.
Bu kez,
Kılıçlar düşmanı görmeden
Barış borazanı çalıyor.
Kim bitirdi bu savaşı?
Düşman ne oldu, nere gitti?
Neden tek taraf olduk?
Nerde bizim alem, nerde bizim asker, nerde bizim komutan?
Neden bir olduk düşmanla?
Savaşa kalkan kılıçlar,
Neden havada kaldı?
|
|
Ne kaldı geriye ha!
Ne kaldı..
Neşeyle ötüşen,
Kuşlardan.
Coşkuyla esen,
Rüzgarlardan.
Mutluluk içinde oynayan,
Çocuklardan.
Homurtuyla çalışan,
Motorlardan.
Alınterini silerek çabalayan,
İnsanlardan.
Geriye..
Ne kaldı…
|
|
Meridyenleri sahiplenir gibi
Bir uçurtması olsun isterdi uçurması için
Kesesinde üç beş kuruşu olmasına rağmen
Babasına mermi almaya giderdi
Uçurtmasına kural koyar gibi
|
|
Ötesini Söylemeyeceğim
Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor
Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz
Yağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardır
Suyun içinde gürül gürül yanan
Dudağımı büküyorum ve topladığım çalıları
Bekçi Halilin kız kardeşinin oğluna ait
Daha doğrusu halasından kendisine kalacak olan
Arsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorum
|
|
Romanları gezip dolaşan kahraman
Yosun tutmamişki daha serçe parmağındakiler
Haydi kaldır gözlerini duvardaki kana
Omzunda heybenle soframıza hoş geldin
|
|
Sayfasının sonuna gelmeden davan
Direnmelisin
Öyle ardında toz toprak bırakmadan kalkmalı yürümelisin..
|
|
Bu aksam o kadar durgun ki sular
Gömül benim gibi kedere diyor.
Içimde maziden kalma duygular
Agla geri gelmez günlere diyor.
|
|
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı
Görmezler ufuklarda, şafak söktügü anı...
Gördükleri rü’ya ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka.
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez;
|
|
Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan
Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
Kapıyı açtığım zaman.
|
|
Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!
|
|
Bir kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde üşüyüp üşüyüp kaldığımızın
Bir Kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde
Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça
|
|
şiir üzerine konuşuyor, dinleyin!
yarım akciğerliler kulübü’nden bir fâni
nymphyler, biçâre ilham perileri
habire oksijen körüklüyorlar
küreklere asılmış set işçileri
ve gemi cehenneme kalkıyor gemi...
|
|
Çocuklarımızla
Atlara biniyorduk
Dönüp bakarken geçmişe - kumandalı
Atlara biniyorduk
Benim çok çocuğum oldu
Kadınım sen onların yüzlerini
Çalılardan kolla
|
|
Bu kapıdan
ya geçeceksiniz
ya da geçmeyeceksiniz.
Geçerseniz,
her zaman adınızı hatırlamanız
tehlikesi olduğunu unutmayın.
|
|
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
|
|
BEN geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
|
|
oturmak istiyorum
biraz sıkışır mısınız
bakın ellerim dolu
ellerim ceplerim ve kafam
yolcuyum/sorulur mu/nereye gidiyor bu gemi
biraz sıkışır mısınız
|
|
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bak1ma bu sürgünün bir süregi
Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layikolmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
|
|
Erisin geceler gündüze gel ki
Kalmasın tek engel bir düze gel ki
Secdede Rabbin’le yüzyüze gel ki
Minberler, mihraplar seni okusun
Ezelin, ebedin şifresi sende
Menfinin, müsbetin şifresi sende
Çözülsen de olur, çözülmesen de
Sorular, cevaplar seni okusun
Aşktan, estetikten, ahenkten yana
Şiir, resim, müzik imrensin sana
Camiler, sebiler gelsin lisana
Hayırlar, sevaplar seni okusun
|
|
kaleler senin için inşa edildi,
senin için, serazat yürekli sivil,
barbarlar için değil!
kaleler, korkularınla, seni
kuşatmak için inşa edildi,
korkularını dağıtmak için değil!
|
|
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
|
|
Ölüme giderken şarkı söylenir,
Ama önce
ağlayabilirsiniz gönlünüzce,
|
|
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
|
|
Her eylem yeniden diriltir beni
Nehirler düşlerim göl kenarında
Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin
doğayı çarptıran konumlarına
|
|
Düş gördüm
Düşümde kendimi
Kendi nefsimi gördüm
Yaptığım yanlışlara üzülüp
İyi dediklerime güldüm
Yakın bildiklerimi gördüm
Ne kadar yakınlar düşündüm
Beklediğimden bi adım öndekilere kucak açtım
Bi adım beride sandıklarımın
Kilometre uzaklığını saydım
|
|
Milattan önce ve sonra
Hatta 1800’ün sonlarında
Ütopya sanıyolardı
Ürünlerin genetiğiyle oynamayı
Atomu parçalayıp bomba yapmayı
Dev füzelerle uzaya çıkmayı
Hatta gökyüzünde uçmayı
Chatte dünyayla konuşmayı
Hidrojen bombalarını
Koyun klonlamayı
|
|
Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni
Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın
Ben bin parçaya bölündüm her parçasında
Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın
Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın
Erkek ağlar mı diyeceksin
Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı
Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum
|
|
Aldanma cahilin kuru lafına
Kültürsüz insanın kulu yalandır
Hükmetse dünyanın her tarafına
Arzusu hedefi yolu yalandır
|
|
|
|
|
Birbirinize karşı mütevazi olmanızı, Allah bana vahiyle emretti. Öyle ki, hiç kimse, kimseye karşı övünmesin ve hiç kimse, hiç kimseye zulmetmesin. Hadis (Müslim)
|
Mustafa Kutlu tarafından yazılan "Ya Tahammül Ya Sefer" isimli eser...
|
|
|